• BIST 9693.46
  • Altın 2496.161
  • Dolar 32.4971
  • Euro 34.5977
  • Ankara 20 °C
  • İstanbul 14 °C
  • Bursa 13 °C
  • Antalya 19 °C
  • İzmir 16 °C

Doktor sayımız yeterli mi yetersiz mi?

Doktor sayımız yeterli mi yetersiz mi?
Türkiye’de son yıllarda doktor sayısı “yeterli mi yetersiz mi” sorusu sık sık sorulan ve ilgili çevrelerin yapmış olduğu farklı açıklamalar dolayısıyla hala cevabı tam olarak alınamayan bir durum olarak karşımıza çıkıyor.

Uzun soluklu istihdam politikaları geliştirilmeli

Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi Üyesi ve Pamukkale Üniversitesi Halk Sağlığı Öğretim Üyesi Doç. Dr. Mehmet ZENCİR konuyla ilgili şu açıklamalarda bulunuyor:

Türkiye’de hastaya düşen doktor ve doktora düşen hasta sayısında güncel durumda, hekim başına düşen hasta sayısı ülkenin her yerinde, kamuda özelde, birinci, ikinci ve üçüncü basamakta artmış durumda. Sağlıkta Dönüşüm Programı (SDP) nedeniyle, medya ve akademinin de katkısı ile hasta başvurusu zirve yapmış durumda. OECD ülkelerini de aşmış durumdayız ve bu artış devam edecek gibi gözüküyor. Sağlık kurumlarının “işletme” konusunda yetenekleri artmış yöneticileri (hekimler dahil; ister istemez) sadece verimlilik artışına odaklanmış durumdalar. Sadece hekim başına hasta sayısı değil, hekim başına düşen işlem sayısı da artmış durumda. Özellikle gelir getiren faaliyetlerin arttığını sağlık kamuoyunun tümü biliyor, bu konuda sesini duyurmaya çalışıyor, ama ne yazık ki bu çığlık duyulmuyor, karşılık bulmuyor. Özel sektörde daha net görülen, kamu sağlık kurumlarını da etkisi alan kurumun gelirini artırma çabası, medyanın da teşviki ile sağlık hizmet kullanımını körüklemiş durumda. Hekim sayısının artırılması, dengeli dağıtımı gerçekleşse bile hekim başına düşen hasta sayısının düşürülebilmesi katkı sağlamayacak gibi gözüküyor. Sağlık alanında kâr mantığının öne çıktığı, sağlık kurumlarının modern bir işletme haline geldiği, sağlık emekçilerinin gelirinin performansa kilitlendiği, hastalıkları önleyen yani işsizliği azaltan, geliri artıran, sağlıklı konutta yaşamı destekleyen vb. sosyal politikaların kuvvetle uygulanmadığı koşullarda bu artış devam edecektir. Tüm bu dağılımlara baktığımızda dağılımdaki adaletsizlik yeni bir sorun değil, Neredeyse Cumhuriyet’in başından bu yana devam eden bir durum. Yaşamın her alanında olduğu gibi ülkemizde bölgesel, kırsalkentsel eşitsizlik devam ediyor. Bu süreci tetikleyen de sosyal ve ekonomik politikalardır. Ekonomik ve sosyal nedenlerle gerek kamu gerekse özel sektör tarafından yatırım yapılmayan bölgeler (başta Doğu ve Güneydoğu, Karadeniz ve İç Anadolu’nun dağlık bölgeleri) sağlık hizmetleri açısından da iç açıcı değildir. Sağlıklı yaşamın elde edilmesine yönelik temel gereksinimlerin (iş, sosyal güvence, eğitim, barınma, alt yapı, sosyal çevre, demokratik katılım mekanizmaları vb.) sağlanmadığı bu bölgelerde sağlık hizmeti de, sağlık emekçilerinin dağılımı da adaletsizdir. Özetle yaşamın her alanında süren adaletsizlik, sağlık hizmetlerinde de kendini göstermektedir. Cumhuriyet'ten bu yana kampanya tarzı müdahalelerle sağlık hizmetleri bu bölgelerde sürdürülmeye çalışılmıştır. Ne yazık ki zorunlu hizmet dışında hiçbir yöntem sağlık çalışanı sayısını artırmamıştır. Bu uygulamanın sadece sağlık alanında sürdürülmesi, zorunlu hizmet sonrası atamalardaki sorunlar, yaşamdaki eşitsizliklerin varlığını sürdürmesi vb. nedenlerle zorunlu hizmet sağlık emekçilerinin tepkilerini çekmiştir. Sonuçta sadece sağlık çalışanın sayısının azlığı değil aynı zamanda süreksizliği ve gönülsüzlüğü de hizmetleri etkilemiştir. Yine son yıllarda artan çatışma ortamı, dil sorunu vb. kattığımızda hekim istihdamını aşan bir sorunlar yumağını tartıştığımızın farkında olmamız gerekir. Türkiye’de özellikle hematoloji ve yeni doğan uzmanlığı branşlarında hekim açığı daha çok bulunuyor. Ne yazık ki uzun yıllardır uygun katılımlarla, gerçekçi bir planlama yapılmamış, niceliğe dayalı bir istihdam politikası izlenmiştir. Sadece sayının artırılması yönünde politikalar izlenmiş (niteliği göz ardı eden), asıl gereksinim olan sağlık hizmetlerinin niteliğinin artırılması ve sağlık çalışanı istihdamına yönelik sağlıklı girişimler olmamıştır. TTB, tıp fakülteleri, hemşirelik yüksek okulları vb. koruyucu hizmetleri önceleyen bir istihdam politikasının yaşama geçirilmesini sürekli dile getirmiştir, ne yazık ki bu istemler sonuçsuz kalmıştır. Sağlık hizmetlerinin başarıyla yürütüldüğü tüm ülkeler incelendiğinde birinci basamakta çalışan sağlık emekçisinin ağırlıklı olduğu görülecektir. Ne yazık ki ülkemizde tedavi hizmetlerini (ikinci basamak) önceleyen politikalar hep ön planda tutulmuş, uzmanlaşmanın önü açılmış, birinci basamak çalışanları ise gerek ekonomik gerekse özlük hakları açısından desteklenmemiştir. Hal böyle olunca da uzman sayısı daha fazla olan bir sağlık ortamı ortaya çıkmıştır. Uzmanlıklar da planlı bir şekilde açılmadığı için tablo daha da çarpıtılmıştır. Bakanlığın son yaptığı çalışmalar dayatma şeklinde kendini göstermekte, teknik yönü öne çıkan meslek örgütü, tıp fakülteleri, yüksek okul vb. akademik katılımının göstermelik kılan bir tarzdadır. Yine nicelik ön planda, nitelik ikinci plandadır. Her on yılda bir gördüğümüz sağlıkçı yetiştirme kampanyası, SDP ile birlikte AKP Hükümeti’nin de gündeminde önemli yer tutmuş, önce bol sayıda yeni fakülte, sağlık yüksek okulları açılmış, vakıf üniversiteleri teşvik edilmiştir. Bol sayıda açılan bu sağlık okulları alt yapı açısında kendini bulmadan artan öğrenci sayısı ile krize girmiş durumdadır. Hem alt yapı yetersizliği hem kadronun deneyimsizliği artan öğrenci sayısı ile baş etmeyi imkansız kılmaktadır. Yine SDP programı nedeniyle işletme haline dönen tıp fakültesi hastanelerinde, performans hizmetin ön plana çıkmasını tetiklemiş, eğitimi ikinci plana itmiştir. Performans uygulamasının getirdiği rekabet ortamı, temel tıp ile ilgili branşlar ve “gelir getirmeyen” anabilim dalları (adli tıp, halk sağlığı, farmokoloji vb.) öğretim üyeleri “yük” konumuna getirilmiş, motivasyonları düşürülmüştür. Artan öğrenci, işletme haline dönen eğitim kurumları içinden çıkılmaz hale dönüşmüştür. Yurt dışında bazı ülkelerde doktor ve hemşireye yardımcı personel yetiştirilmesi amacıyla yapılan uygulamalara yönelik eleştiriler gündeme getirilmelidir. Sağlık hizmetlerinin geliştirilmesini hedeflemeyen sağlık emek gücünün değersizleştirilmesini gündeme getiren bu uygulamalar asıl çalışanlar yerine yardımcıların kullanılması ile sağlık emek gücünün ucuzlaştırılması politikalarına dönmüştür. Sağlık emekçilerinin görev tanımlarının da silikleştirilmesi ile daha ucuz bir çalışan kullanılması, hekim ve hemşirelerin de daha düşük ücretlerde çalıştırmaya zorlayan bir düzenleme haline dönmesi kaçınılmazdır. Gelişmiş ülke örnekleri bize bunu göstermektedir. Özetle bu uygulamalar piyasalaşan sağlık hizmetleri ortamında, sağlık çalışanı piyasasını da oluşturmanın bileşenleridir. Sağlık alanında muhalif konumda olan bizler şunun bilinmesini istiyoruz. Sağlık hizmetlerinin kolektif bir hak kapsamından bireysel hakka dönüştüğü (parası olana ya da isyan etme potansiyeli taşıyan mutlak yoksullara), sağlığa yatırım yapan sermaye gruplarının arttığı, özel hastane zincirlerinin hızla büyüdüğü, kamu sağlık kurumlarının özelliğini kaybettiği sıradan bir işletmeye döndüğü, hekimlerin bağımsız çalışmasının engellendiği (özel muayenehanelerde bağımsız çalışma hakkına yönelik artan saldırılar) bir ortamda sürece emek perspektifi ile bakıyoruz. Emek açısından bakıldığında güvencesizleştirmenin her türlüsünün (sözleşmeli çalışma, 4b, 4c, taşeron, kayıt dışı, illegal çalıştırma vb.) öne çıktığı, çalışanlarının kıdem tazminatına göz dikildiği, performansa dayalı ücretlendirmenin tek ödeme biçimi haline getiren bu uygulamaların sağlık alanında da gerçekleştiği ve gün geçtikçe daha da artacağının bilincindeyiz. Konuyu sadece sağlık hizmetlerinin geliştirilmesi gibi gösterme, tüm diğer alanlarda olduğu gibi emekçileri görmeyen neoliberal politikaların farklı amaçlar taşıdığını gerek ülkemiz gerekse tüm dünya örneklerinden takip ediyoruz. “İthal hekim” çalıştırma da sağlıkçılar için çok iyi bilinen iki amaç taşımaktadır. Özel hastaneler zinciri için az sayıda hasta cazibesi yüksek olan ünlü hekim ve bol sayıda ucuz işgücü olacak sağlık çalışanı ithali. Sağlık emek göçü diye bilinen bu süreci daha önceki yılarda örgütümüz yayınlarından Toplum ve Hekim dergisinde gündem yapmış idik. Bu inceleme bize göstermişti ki, yoksul ülkelerin başta hekim ve hemşireleri olmak üzere (beyin gücü), gelişmiş ülkeler için ucuz emek rolü oynamakta, hem gelişimi için para harcanmamakta hem de ülkenin kendi hekim/hemşirelerinin başta ücretler olma üzere özlük hakları açısından tehdit özelliği taşımakta, mevcut çalışanların bu hakları gün geçtikçe budanmaya devam etmektedir. İthal sağlık emekçileri içinde aynı durum söz konusudur, güvencesiz bir çalışma ortamında, çok düşük ücretlerde sağlığın patronları için kar maksimizasyonun aracı haline gelmektedir. Bakanlık yukarda bahsettiğimiz konular ile ilgili ana perspektifi tartışmamızı istemiyor, uygulanan politikalarda ciddi bir tartışmaya girmiyor. Çok sayıda yapılan toplantıda halkın sağlık hizmetinden olan memnuniyetini esas alan, sağlık meslek örgütlerini ve akademiyi ciddiye almayan bir tutum sergilemektedir. Diyalog sürecinden beklenen ana politikaları değil, mikro alanları tartışmamız. Sağlık alanında emeğe yönelik düzenlemeler konusunda tamamen haklı olduklarını, uygulamalarında başarılı olduğunu düşünüyorlar. Sağlık emekçilerinin son bir yılda artan tepkilerini dile getirdiği miting, iş bırakma vb. eylemler sonrası bile sağlıklı bir müzakere ortamı oluşmasına bakanlık yanaşmamaktadır. TTB yönetimi ile benzer yönelim içerisinde olmayan, hükümete daha yakın değerlendirmelere sahip il tabip odaları yöneticileri, hatta AKP’de görev yapan birçok hekim dahi sağlık ortamında yaşananlar ile ilgili dile getirdikleri eleştirileri Bakanlık ya görmezden gelmekte, ya kulak tıkamakta ya da geçiştirmeye çalışmaktadır. Çünkü ulusal istihdam stratejisi ile bir kez daha gündeme gelen emeğe yönelik hiç de iyi olmayan niyetler, sağlık emekçilerini de kapsamaktadır. Sağlık Bakanlığı’nın da hükümetin emek ile ilgili politikaları ile uyumlu olduğunu söyleyebiliriz. İlgili konulara yönelik çözüm önerilerine bakacak olursak, Ana politika olarak hükümetin sağlık hizmetini kâr getiren bir alan haline dönüştüren uygulamalardan vazgeçmesi, sağlığın korunması ve geliştirilmesini esas alan bir politikanın ön plana geçmesi, bu anlayış peşinen emeği de gözeten emek dostu politikalardır. Dünya tarihi bunu kanıtlamıştır. Bu politikalardan vazgeçilmesi, yaşamın her alanının metalaştırılması, emeği yönelik saldırıları da peşinden getirmiştir. Yine çözüm süreci için Hükümetin Bakanlığın politikaların oluşturulması sürecinde demokratik katılımı esas alan bir anlayışı geliştirmesi, göstermelik fikir sorma, sonra görmezden gelen anlayışını terk etmesidir. Bu istem hem sağlık meslek örgütleri, sendikalar için hem de akademi için geçerlidir. Üçüncüsü sağlık emekçileri dağılımından eşitsiz etkilenen bölgelerdeki başta sağlık muhalefeti olmak üzere, her türlü muhalafete kulak vermeli, yaşama geçmesi mümkün, uzun soluklu sağlık emek gücü istihdamı politikalarının geliştirilmesinin önü açılmalıdır.

Bu haber toplam 9048 defa okunmuştur
Haberin Devamı 1 2 3 4 5 
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Diğer Haberler
EDİTÖRÜN SEÇTİKLERİ
Tüm Hakları Saklıdır © 2006 Sağlık Aktüel | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.
Tel : (0216) 606 17 18 - (0224) 334 1 335 | Faks : (0216) 606 17 19 | Haber Yazılımı: CM Bilişim