Doktor sayımız yeterli mi yetersiz mi?

Türkiye’de son yıllarda doktor sayısı “yeterli mi yetersiz mi” sorusu sık sık sorulan ve ilgili çevrelerin yapmış olduğu farklı açıklamalar dolayısıyla hala cevabı tam olarak alınamayan bir durum olarak karşımıza çıkıyor.

Kimi ilgili çevreler mevcut doktor sayının yeterli olduğunu fakat Türkiye’deki doktor dağılımının iyi yapılmadığını söylerken kimi çevrelerse doktor sayısının şu anda yetersiz olduğunu ve buna yönelik çalışmaların üzerinde durulması gerektiğini bildiriyor. Aldığımız görüşler ve veriler ekseninde bakalım Türkiye’nin doktor haritası neler düşündürüyor.

Türkiye’de son yıllarda doktor sayısı “yeterli mi yetersiz mi” sorusu sık sık sorulan ve ilgili çevrelerin yapmış olduğu farklı açıklamalar dolayısıyla hala cevabı tam olarak alınamayan bir durum olarak karşımıza çıkıyor. Kimi ilgili çevreler doktor sayısının şu anda yetersiz olduğunu ve buna yönelik çalışmaların üzerinde durulması gerektiğini söylerken, kimi çevrelerse mevcut doktor sayının yeterli olduğunu fakat Türkiye’deki doktor dağılımının iyi yapılmadığını bildiriyor.

Sağlık Bakanlığı’nın 15.06.2011 tarihinde sunmuş olduğu verilere göre Türkiye’de 64 bin 701 uzman hekim çalışıyor. 34 bin 230 pratisyen hekim ve 20 bin 252 asistan ile birlikte bu sayı toplam 119 bin 183’ü buluyor. Bu doktorlardan 69 bin 442’si Sağlık Bakanlığı’na bağlı sağlık kuruluşlarında, 26 bin 271’i ise üniversitelerde ve 19 bin 628’i özel sektörde görev alıyor. 20 bin 326 olarak verilen diş hekimi sayısı ise Sağlık Bakanlığı’na bağlı sağlık kuruluşlarında 6 bin 734, üniversitelerde 889 ve özel sektörde de 12 bin 703 olarak dağıldığı görülüyor.

Öte yandan Türk-Sağlık Sen’in 2011 yılı Mart ayında yayınladığı araştırma verilerine göreyse Türkiye’de toplam 115 bin 256 doktor görev alıyor. Bu doktorlardan 67 bin 667’si (29 bin 526 uzman- 30 bin 830 pratisyen hekim-7 bin 311 asistan Sağlık Bakanlığı’na bağlı sağlık kuruluşlarında görev alıyor. Doktorların 25 bin 15’i üniversitelerde, 22 bin 574’ü özel sektörde çalışıyor. Türkiye’de bir doktora ise 640 kişi düşüyor. Sağlık Bakanlığı’ndaki görevli doktorlar dikkate alındığındaysa bir doktora 1089 kişi düşüyor. Öte yandan 2010 yılında Türkiye’de 100 bin kişiye düşen hekim sayısı 153 iken AB ortalamasının 322 olduğu yapılan araştırmada sunulan veriler arasında yer alıyor. Yine aynı araştırmaya göre Sağlık Bakanlığı’ndaki doktorlar dikkate alındığında Türkiye’de en az doktorun bulunduğu ilin 78 doktorun çalıştığı Bayburt olduğu ve bu ili 87 doktorla Ardahan ve 104 doktorla Hakkari’nin izlediği bildiriliyor. Türk Sağlık-Sen’in sunmuş olduğu bu veriler Türkiye’nin doktor durumu ile ilgili genel tabloyu bir anlamda gözler önüne seriyor.

2003 yılında gündeme getirilen “Sağlıkta Dönüşüm Programı” uygulamalarına bağlı olarak devlet hastanelerine ve özel hastanelere yapılan hasta başvurularının önemli bir oranda artması sonucunda, yaşanan sıkıntılar “yetersiz sağlık personeli” görüşlerine destek verdi. Bu tartışmalarla kaybedilen zamana bakıldığında ister istemez akıllara takılan bir soru var: Acaba tıp fakültelerine ve diğer sağlık personeline eğitim veren okullara yönelik iyileştirmeler 89 yıl önce başlatılmış olsaydı daha doğru adımlar atılamaz mıydı? Doktorların ve tıp fakültelerinin niteliğine bakılmaksızın “doktor yetmiyor, ithal doktor getireceğiz, kararname çıkıyor” iddialarıyla çalkalanan gündem sağlık çalışanlarını hop oturtup hop kaldırıyor…

Türkiye’deki doktor sayısı üzerinde kapsamlı araştırmalara imza atmış olan Türk Tabipleri Birliği’nin Merkez Konseyi Üyesi ve Pamukkale Üniversitesi Halk Sağlığı Öğretim Üyesi Doç. Dr. Mehmet Zencir de öncelikle “artan hasta başvuruları ile birlikte başvuru sayısının OECD ülkelerini de aşmış durumda olduğuna ve bu artışın da devam edecek gibi gözüktüğüne” dikkat çekiyor. Doç. Dr. Zencir “hekim yetersizliği” yakınmasına farklı bir açıdan bakarak tespitlerini şöyle aktarıyor:

“Sağlık kurumlarının ‘işletme’ konusunda yetenekleri artmış yöneticileri (hekimler dahil; ister istemez) sadece verimlilik artışına odaklanmış durumdalar. Sadece hekim başına hasta sayısı değil, hekim başına düşen işlem sayısı da artmış durumda. Özellikle gelir getiren faaliyetlerin arttığını sağlık kamuoyunun tümü biliyor, bu konuda sesini duyurmaya çalışıyor, ama ne yazık ki bu çığlık duyulmuyor, karşılık bulmuyor. Özel sektörde daha net görülen, kamu sağlık kurumlarını da etkisi alan kurumun gelirini artırma çabası, medyanın da teşviki ile sağlık hizmet kullanımını körüklemiş durumda. Hekim sayısının artırılması, dengeli dağıtımı gerçekleşse bile hekim başına düşen hasta sayısının düşürülebilmesine katkı sağlamayacak gibi gözüküyor.”

2010 yılında Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) tarafından hazırlanan rapora göre dünya genelinde sağlık personeli dengesizliği beş ana grupta toplanıyor. Bu dengesizliklerden birincisi mesleki veya uzmanlıklar arası dengesizlik. Yani doktor, hemşire gibi sağlık profesyonellerinin dengesizlikleri ile meslek grubu içerisinde (ör. tıp uzmanlık dalları) ortaya çıkan dengesizlikler bu grupta yer alıyor. Raporda bildirilen ikinci dengesizlik ise, coğrafi dengesizlik… “Kırsalkentsel” alan veya “yoksulzengin” bölgelerde hizmet sunan sağlık profesyonellerinin dağılımındaki dengesizlikler, coğrafi dengesizlik olarak kabul ediliyor. Kurumsal ve hizmet dengesizlikleri ise DSÖ’nün raporunda yer alan bir diğer dengesizlik grubu olarak karşımıza çıkıyor. Sağlık personelinin çalıştığı kurumlara göre dengesiz dağılımına dikkat çeken bu grupta, örneğin bir hastanede radyoloji uzmanı yokken, bir başka hastanede ihtiyaç fazlası dört tane radyoloji uzmanın bulunması söz konusu. Raporda yer alan bir diğer dengesizlik ise kamuözel dengesizlikleri. Kamu ve özel sağlık sistemi arasında insan kaynakları tahsisindeki farklılıklardan kaynaklanan dengesizlikler de bu grup dengesizliklere giriyor. Raporda yer alan son dengesizlik ise cinsiyet farkı olarak belirtilmiş.

Hekim ve sağlık personeli dağılımındaki dengesizliklerin Türkiye’nin kronik sağlık sorunlarının başında geldiğini ve diğer sağlık sorunlarına da kaynaklık ettiğini vurgulayan Başkent Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Şahin Kavuncubaşı dengesizliğin,“ ekonomik açıdan, mevcut piyasa koşullarında sunulan işgücü miktarı ile talep edilen işgücü miktarı arasındaki uygunsuzluk” olduğu tanımını yaparak şunları aktarıyor:

“İşgücü piyasasındaki arz ve talep dalgalanmalarından dolayı dengesizlikler oluşabilmektedir. Sağlık işgücü sisteminin kendine özgü yapısı nedeniyle piyasa mekanizması tek başına uygun arz ve talep dengesini sağlayamamaktadır. Bu nedenle insan kaynakları planlaması ve kamu müdahaleleri yoluyla, piyasa mekanizmasının çözmekte yetersiz kaldığı arz ve talep dengesizliği sorunu kısmen ya da tümüyle çözülebilmektedir.”

Her ne kadar Türkiye’de coğrafik dengesizlikten söz edilse de, yukarıda sıralanan diğer dengesizlik türlerinin de ortaya çıktığının ileri sürülebileceğini belirten Prof. Dr. Şahin Kavuncubaşı, bu dengesizliklerin giderilmesi için şu çözüm önerilerinde bulunuyor:

“Personel dengesizliği, eğitim planlaması ile eşanlı gerçekleştirilecek, etkili bir sağlık insan gücü planlaması ile kısa vadede olmasa bile orta vadede çözülebilecek bir sorundur. İnsan gücü planlamasında, ‘oran yöntemi, sağlık gereksinimleri yöntemi, hizmet talep yöntemi ve sağlık yönetim sistemi yöntemi’ gibi modeller kullanılmakla birlikte Türkiye açısından ‘sağlık gereksinimleri yönteminin benimsenmesinin yararlı olacağı ifade edilebilir.”

Hekimlerin yeterli mi yetersiz mi olduğu, dengeli dağılıp dağılmadığı bir yana Türkiye’de bazı branşlarda yaşanan hekim eksikliği de dikkati çekiyor. Örneğin özellikle hematoloji ve yeni doğan uzmanlığı branşlarında hekim açığının diğer branşlara göre daha çok bulunduğu ülkemizde bu durum da planlamanın bir başka boyutunu gözler önüne seriyor.

“Ne yazık ki uzun yıllardır uygun katılımlarla, gerçekçi bir planlama yapılmamış, niceliğe dayalı bir istihdam politikası izlenmiştir. Sadece sayının artırılması yönünde politikalar izlenmiş (niteliği göz ardı eden), asıl gereksinim olan sağlık hizmetlerinin niteliğinin artırılması ve sağlık çalışanı istihdamına yönelik sağlıklı girişimler olmamıştır” sözleriyle eksiklikleri dile getiren Doç. Dr. Mehmet Zencir, bir meslek örgütü temsilcisi olarak görüşlerini şöyle aktarıyor:

“Sonuçta sadece sağlık çalışanın sayısının azlığı değil aynı zamanda süreksizliği ve gönülsüzlüğü de hizmetleri etkilemiştir. Yine son yıllarda artan çatışma ortamı, dil sorunu vb. kattığımızda hekim istihdamını aşan bir sorunlar yumağını tartıştığımızın farkında olmamız gerekir.”

Görüldüğü üzere, iyi bir planlama ile mevcut sorunları önemli bir ölçüde giderebilmek mümkün görünse de anlaşılan uygulama açısından zorluklar var… Türkiye’de sağlık hizmetlerinin planlanması ve sağlık hizmetlerinin sunum standartları konusunda yetki ve sorumluluk sahibi olan Sağlık Bakanlığı’nın hekim dağılımı ve istihdamı konusuna bakışı, bu yönde yaptığı uygulamalar tüm dengeleri etkileyebilecek ve değiştirebilecek düzeyde. Sağlık Bakanlığı’nın konuya nasıl yaklaştığınıysa, Sağlık Bakanlığı Tedavi Hizmetleri Genel Müdürü İrfan Şencan aktarıyor:

“Türkiye’deki mevcut hekim sayısı, DSÖ Avrupa bölgesindeki 52 ülke içinde sondan 3. sırada. Türkiye’de hekim sayısının 200 bin olması gerekir. Türkiye’de hekim açığı hemen tüm tıp dallarında mevcut olup, esas olarak temel genel tabip eksikliği en fazladır. Hekimlerin bölgelere göre dağılımı konusunda son sekiz yıl içinde önemli bir mesafe kat edilmiş durumdadır. Özellikle sağlık ve eş mazereti nedeniyle yığılma olan bir-iki ili dışarıda tutarsak hemen hemen denge yakalanabilmiş durumdadır. Artık coğrafi bölgelere göre dağılım adaletsizliği yerine büyük şehirler, daha küçük yerleşim birimleri arasındaki dağılımın hizmete dengeli yansıyacak tarzda olup olmadığı daha önemli bir sorun haline gelmiştir. Bundan kastımız daha küçük, mesela 20 bin ve 30 bin nüfuslu yerleşim birimlerine verilen uzman hekimlerin yataklı hizmete aktif katkı sunmadıkları daha çok ayaktan tedavi hizmeti sundukları bir gerçektir. Buna karşın 24 saat branş uzmanı bulundurmak zorunda olan daha büyük hastanelerin uzmanlarına düşen iş yükü daha fazla olabiliyor.”

Türkiye genelinde hekimlerin dağılımında bir-iki il dışında denge yakalandığını söyleyen Sağlık Bakanlığı ile Türkiye Tabipler Birliği adına görüş aldığımız Doç. Dr. Mehmet Zencir’in görüşleri arasındaki farklılık dikkati çekiyor. Doç. Dr. Zencir; “Ekonomik ve sosyal nedenlerle gerek kamu gerekse özel sektör tarafından yatırım yapılmayan bölgeler arasında olan başta Doğu ve Güneydoğu, Karadeniz ve İç Anadolu’nun dağlık bölgelerinin sağlık hizmetleri açısından iç açıcı olmadığına” dikkat çekiyor öncelikle. Ardından şu açıklamalarda bulunuyor:

“Sağlıklı yaşamın elde edilmesine yönelik temel gereksinimlerin (iş, sosyal güvence, eğitim, barınma, alt yapı, sosyal çevre, demokratik katılım mekanizmaları vb.) sağlanmadığı bu bölgelerde sağlık hizmeti de, sağlık emekçilerinin dağılımı da adaletsizdir. Özetle yaşamın her alanında süren adaletsizlik, sağlık hizmetlerinde de kendini göstermektedir. Cumhuriyet'ten bu yana kampanya tarzı müdahalelerle sağlık hizmetleri bu bölgelerde sürdürülmeye çalışılmıştır. Ne yazık ki zorunlu hizmet dışında hiçbir yöntem sağlık çalışanı sayısını artırmamıştır. Bu uygulamanın sadece sağlık alanında sürdürülmesi, zorunlu hizmet sonrası atamalardaki sorunlar, yaşamdaki eşitsizliklerin varlığını sürdürmesi vb. nedenlerle zorunlu hizmet sağlık emekçilerinin tepkilerini çekmiştir.”

Dünya Bankası’nın sağlıkla ilgili yayınlamış olduğu Türkiye raporunda da ilgili konulara değinildiği görülüyor. Raporda Türkiye’deki hekim ve hemşire oranının OECD’deki en düşük oranlardan biri olduğuna dikkat çekiliyor. Bu durumun da beceri dağılımı ve personelin birbirine oranı konusunda bazı sorunlar doğurduğu ve hekimlerin sadece yüzde 30’nun pratisyen olarak çalışmasının birinci basamakta var olduğu bildirilen zayıflığın muhtemel bir sebebi olduğu dikkati çekiyor. Öte yandan Türkiye’nin doğusunda ve İstanbul’da sistemin kapasitesini güçlendirmek üzere arz yönlü harekete geçilmesi gerektiği, sağlık çalışanlarını yoksun alanlara çekmek üzere daha güçlü mali teşvikler olmasının da bu eylemlere rehberlik edebildiği yazılıyor. Dünya Bankası aynı raporda, şu anda ihtiyaç duyulan doktor sayısı artışının sağlanmasının ardından orta ve uzun vadede doktorluk mesleğine girişin kontrol edilmesi gerektiğini de bildiriliyor. Türkiye genelindeki hekim dağılımından çok hekim sayısının yetersizliğine vurgu yapan Sağlık Bakanlığı Tedavi Hizmetleri Genel Müdürü İrfan Şencan da Dünya Bankası’nın raporunu destekler görüşlerin işleğinde gelecek planlamalarını şöyle aktarıyor:

“Personel eksiği dışında özel ve aşılmaz bir sıkıntı görmüyoruz. En büyük sıkıntımız sağlık personeli sıkıntısı… Son yıllarda atılan adımlarla bu konuda da önümüzdeki 35 yıl içinde kısmi rahatlama, 2023 yılına kadar ise gerçek bir rahatlama oluşacağına inanıyorum.”

Belli ki “hekim sayısının yetersizliği” konusunda Sağlık Bakanlığı’nın ısrarlı çıkışları, sağlık kamuoyun bütünden destek görmüyor. Farklı yaklaşım gösterenler arasında yer alan TürkSağlık Sen Genel Başkanı Önder Kahveci “Ülkemizdeki en önemli sorunlardan birinin hekim eksikliğinden ziyade hekim dağılımındaki dengesizlik olduğunu görmek gerektiğini” vurguluyor ve şöyle devam ediyor: “Bugün doktorları metropollerde toplayan, bırakın Doğu’yu ya da Güneydoğu’yu Ankara’nın taşrasını bile doktorsuz bırakan bir planlama var. Bu plansızlığın sonucunda; medyada doktor olmadığı için kapanan sağlık ocakları, hizmete giremeyen hastane birimleri ve atandığı taşradan tayinini yıllar geçmesine rağmen yaptıramadığı için istifa eden doktorlar ile ilgili haberleri görüyoruz...”

Sağlık Bakanlığı’nın mevcut hekim eksiğini yabancı doktor ile kapatmayı düşündüğünü de ileri süren Önder Kahveci, “yabancı doktor istihdamının yapılmasının son derece yanlış olduğuna” dikkati çekerek sorunun asıl kaynağına yönelik tespitlerini ve çözüm önerilerini şöyle aktarıyor:

“Var olanı yokmuş gibi gösteren bu planlama sisteminin yerine her doktorun belli bir süre belli bir yerde görev yapacağı rotasyon sistemi uygulanırsa ne Türkiye’de doktor eksiği olur ne de doktorlarımızda mahrumiyet bölgelerinde unutulma korkusu olurdu. Yabancı doktorda ikinci önemli nokta Türkiye’ye gelecek hekimlerin hangi ülkelerden olacağıdır. Burada dikkat çekmek isterim ki, hiç kimse Amerika’dan ve İngiltere’den gelecek doktorları beklemesin. Onların ülkemize gelmelerini sağlayacak bir cazibe yok. Çalışma şartları ve aldıkları ücretler ülkemizden çok daha iyidir. Bize ancak Pakistan, Asya ülkeleri ve Doğu Avrupa’dan ucuz iş gücü olarak doktorlar gelir. Mesleki deneyimleri bizim doktorlarımızla kıyaslanamayacak bu doktorların verdiği kalitesiz hizmetin faturası da vatandaşa çıkar.”

Peki, bu iddia ne kadar gerçekleşebilir? Sağlık Bakanlığı hekim açığını kapatmak için ne gibi faaliyetlerde bulunmayı planlıyor? Gerçekten yurt dışından yabancı doktor getirilmesi konusu Bakanlığın gündeminde var mı? Yabancı hekimlerle ilgili sorunun yanıtı geçtiğimiz günlerde basına yansıyan bazı haberlerde yer aldı.
Hükümetin, seçim sonrası alışkanlığı olan “kanun hükmündeki torba kararnameler”den biri yoluyla “yabancı hekim ithaline” yeşil ışık yaktığını bu haberlerden öğrendik.

8 Eylül 2011 tarihli internette yer alan haber kaynaklarından aldığımız bilgilere göre; Sağlık Bakanlığı tarafından hazırlanan konuyla ilgili kararname taslağının onaylanması halinde, Türkiye’de yabancı doktor uygulaması başlayacak. Tabii şimdi “kanun hükmünde kararnamelerin neden ve nasıl hazırlandığı, onayı kimin vereceği, ileri demokraside Danıştay’ın nasıl bir işlevi olduğu” gibi sorularla akıllar fazlasıyla karışabilir ama biz konumuza devam edelim…

Basında yer alan haberlere göre; Sağlık Bakanlığı bu yeni kararname taslağı ile merkez ve taşra kadrolarında, ihtiyaca ve işin yapısına göre, vatandaşlık şartı olmadan yabancı uzman doktorları görevlendirebilecek. Bu sayede kamuda yabancı doktorların Türkiye’de çalışabilmesinin önü açılarak, ayrıca özel sektörden bürokrat transferi de mümkün hale gelebilecek… Taslağın uzmanlarla ilgili maddesindeyse, “İhtiyaca ve işin özelliğine göre açıktan yabancı uzman çalıştırılabilir ve bunlar için vatandaşlık şartı aranmaz” hükmünün de yer alacağı bildiriliyor aynı kaynaklarda. Ayrıca, yabancı uzmanların çalıştırılmasına dair usul ve esasların da bakanlıkça hazırlanacak yönetmelikte belirtileceğinin ifade edildiği taslakta, yabancı uzman sayısının toplam uzman sayısının yüzde 5’ini aşamayacağı da bildiriliyor. Sağlık Bakanlığı yetkililerinin taslağa son halinin verilmediği, yasa haline getirilmeden önce taslak üzerinde değişikliğe gidileceğini kaydettiği de internetten sitesinden alınan bilgiler arasında yer alıyor. Buna karşılık Tedavi Hizmetleri Genel Müdürü İrfan Şencan, ”Türkiye’de yabancı doktorların çalıştırılmasına yönelik atılan adımlar için bu konu daha önce yasama merciinin gündemi oldu. Yeni bir yorum yapmak şu aşamada doğru olmaz.” şeklinde ki açıklamasıyla yetiniyor.

Yabancı sağlık personeline kısa vadede ihtiyacımız olduğunu söyleyen Sağlık Bakanı Recep Akdağ ise “2023 yılında kendi doktorlarımız bize yetecek ancak bugün yabancı doktorların istihdamı gerekiyor” diyor.

Peki, uzun vadede ihtiyaç olmadığı kabul edilen yabancı doktorlar kısa vadede ülkemiz için bir ihtiyaç mıdır? Bu sorunun yanıtı Önder Kahveci’den şöyle geliyor: “Sağlık Bakanlığı bu eksikliği 2003 yılında tespit etseydi, tıp fakültesi kontenjanları artırılsaydı 2011 yılında hekim eksiğimiz kalmazdı. Ayrıca ülkemizdeki en önemli sorunlardan birinin hekim eksikliğinden ziyade hekim dağılımındaki dengesizlik olduğunu da görmek gerekiyor.”

Dokuz yıldır izlenen sağlık politikaları ve medyanın güçlü desteği eşliğinde, hekimlerin ve sağlık çalışanlarının itibarlarını sürekli zedeleyerek ülkemizde “yepyeni bir sağlık modeli” oluşturanların, ithal doktorlarla sorunlara çözüm getirip getiremeyeceklerini hep birlikte izlemeye devam edeceğiz… Tabii bu arada Doç Dr. Mehmet Zencir’in şu görüşlerini de kayıt altına alarak…

“Ana politika olarak hükümetin sağlık hizmetini kâr getiren bir alan haline dönüştüren uygulamalardan vazgeçmesi, sağlığın korunması ve geliştirilmesini esas alan bir politikanın ön plana geçmesi, bu anlayış peşinen emeği de gözeten emek dostu politikalardır. Dünya tarihi bunu kanıtlamıştır. Bu politikalardan vazgeçilmesi, yaşamın her alanının metalaştırılması, emeği yönelik saldırıları da peşinden getirmiştir. Yine çözüm süreci için Hükümetin Bakanlığın politikaların oluşturulması sürecinde demokratik katılımı esas alan bir anlayışı geliştirmesi, göstermelik fikir sorma, sonra görmezden gelen anlayışını terk etmesidir. Bu istem hem sağlık meslek örgütleri, sendikalar için hem de akademi için geçerlidir. Üçüncüsü sağlık emekçileri dağılımından eşitsiz etkilenen bölgelerdeki başta sağlık muhalefeti olmak üzere, her türlü muhalafete kulak vermeli, yaşama geçmesi mümkün, uzun soluklu sağlık emek gücü istihdamı politikalarının geliştirilmesinin önü açılmalıdır.”

Sağlık personeli dengesizliği

Başkent Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Şahin KAVUNCUBAŞI konuyla ilgili değerlendirmelerinde şunları söylüyor:

Hekim ve sağlık personeli dağılımındaki dengesizlikler, Türkiye’nin kronik sağlık sorunlarından başında gelmekte ve diğer sağlık sorunlarına da kaynaklık etmektedir. Dengesizlik, ekonomik açıdan, mevcut piyasa koşullarında sunulan işgücü miktarı ile talep edilen işgücü miktarı arasındaki uygunsuzluktur. İşgücü piyasasındaki arz ve talep dalgalamalarından dolayı dengesizlikler oluşabilmektedir. Sağlık işgücü sisteminin kendine özgü yapısı nedeniyle piyasa mekanizması tek başına uygun arz ve talep dengesini sağlayamamaktadır. Bu nedenle insan kaynakları planlaması ve kamu müdahaleleri yoluyla, piyasa mekanizmasının çözmekte yetersiz kaldığı arz ve talep dengesizliği sorunu kısmen ya da tümüyle çözülebilmektedir. DSÖ tarafından hazırlanan raporda sağlık personeli dengesizliği beş ana grupta toplanmaktadır: Mesleki veya uzmanlıklar arası dengesizlik; Doktor, hemşire gibi sağlık profesyonelleri (sağlık çalışanları) dengesizlikleri ile meslek grubu içerisinde (ör. tıp uzmanlık dalları) ortaya çıkan dengesizlikleridir. Coğrafi dengesizlik; personelin bölgeler arasında dengesiz dağılımı ile ilgilidir. Kırsal –kentsel alan veya yoksul– zengin bölgelerde hizmet sunan sağlık profesyonellerinin dağılımındaki dengesizlikler, coğrafik dengesizlik olarak kabul edilmektedir. Kurumsal ve hizmet dengesizlikleri; Sağlık personelinin çalıştığı kurumlara göre dengesiz dağılımı: Bu dengesiz dağılım türünde, örneğin bir hastanede radyoloji yokken, bir başka hastanede ihtiyaç fazlası dört tane radyoloji uzmanın bulunması söz konusudur. Kamu/Özel dengesizlikleri; Kamu ve özel sağlık sistemi arasında insan kaynakları tahsisindeki farklılıklardan kaynaklanan dengesizliklerdir. Cinsiyet dengesizliği; Sağlık personelinin cinsiyet bakımından dağılımındaki dengesizlikler. Her ne kadar Türkiye’de coğrafik dengesizlikten söz edilse de, yukarıda sıralanan diğer dengesizlik türlerinin de ortaya çıktığı ileri sürülebilir. Personel dengesizliği, eğitim planlaması ile eşanlı gerçekleştirilecek, etkili bir sağlık insangücü planlaması ile kısa vadede olmasa bile orta vadede çözülebilecek bir sorundur. İnsangücü planlamasında, “oran yöntemi, sağlık gereksinimleri yöntemi, hizmet talep yöntemi ve sağlık yönetim sistemi yöntemi” gibi modeller kullanılmakla birlikte, Türkiye açısından “sağlık gereksinimleri yöntemi”nin benimsenmesinin yararlı olacağı ifade edilebilir.

Uzun soluklu istihdam politikaları geliştirilmeli

Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi Üyesi ve Pamukkale Üniversitesi Halk Sağlığı Öğretim Üyesi Doç. Dr. Mehmet ZENCİR konuyla ilgili şu açıklamalarda bulunuyor:

Türkiye’de hastaya düşen doktor ve doktora düşen hasta sayısında güncel durumda, hekim başına düşen hasta sayısı ülkenin her yerinde, kamuda özelde, birinci, ikinci ve üçüncü basamakta artmış durumda. Sağlıkta Dönüşüm Programı (SDP) nedeniyle, medya ve akademinin de katkısı ile hasta başvurusu zirve yapmış durumda. OECD ülkelerini de aşmış durumdayız ve bu artış devam edecek gibi gözüküyor. Sağlık kurumlarının “işletme” konusunda yetenekleri artmış yöneticileri (hekimler dahil; ister istemez) sadece verimlilik artışına odaklanmış durumdalar. Sadece hekim başına hasta sayısı değil, hekim başına düşen işlem sayısı da artmış durumda. Özellikle gelir getiren faaliyetlerin arttığını sağlık kamuoyunun tümü biliyor, bu konuda sesini duyurmaya çalışıyor, ama ne yazık ki bu çığlık duyulmuyor, karşılık bulmuyor. Özel sektörde daha net görülen, kamu sağlık kurumlarını da etkisi alan kurumun gelirini artırma çabası, medyanın da teşviki ile sağlık hizmet kullanımını körüklemiş durumda. Hekim sayısının artırılması, dengeli dağıtımı gerçekleşse bile hekim başına düşen hasta sayısının düşürülebilmesi katkı sağlamayacak gibi gözüküyor. Sağlık alanında kâr mantığının öne çıktığı, sağlık kurumlarının modern bir işletme haline geldiği, sağlık emekçilerinin gelirinin performansa kilitlendiği, hastalıkları önleyen yani işsizliği azaltan, geliri artıran, sağlıklı konutta yaşamı destekleyen vb. sosyal politikaların kuvvetle uygulanmadığı koşullarda bu artış devam edecektir. Tüm bu dağılımlara baktığımızda dağılımdaki adaletsizlik yeni bir sorun değil, Neredeyse Cumhuriyet’in başından bu yana devam eden bir durum. Yaşamın her alanında olduğu gibi ülkemizde bölgesel, kırsalkentsel eşitsizlik devam ediyor. Bu süreci tetikleyen de sosyal ve ekonomik politikalardır. Ekonomik ve sosyal nedenlerle gerek kamu gerekse özel sektör tarafından yatırım yapılmayan bölgeler (başta Doğu ve Güneydoğu, Karadeniz ve İç Anadolu’nun dağlık bölgeleri) sağlık hizmetleri açısından da iç açıcı değildir. Sağlıklı yaşamın elde edilmesine yönelik temel gereksinimlerin (iş, sosyal güvence, eğitim, barınma, alt yapı, sosyal çevre, demokratik katılım mekanizmaları vb.) sağlanmadığı bu bölgelerde sağlık hizmeti de, sağlık emekçilerinin dağılımı da adaletsizdir. Özetle yaşamın her alanında süren adaletsizlik, sağlık hizmetlerinde de kendini göstermektedir. Cumhuriyet'ten bu yana kampanya tarzı müdahalelerle sağlık hizmetleri bu bölgelerde sürdürülmeye çalışılmıştır. Ne yazık ki zorunlu hizmet dışında hiçbir yöntem sağlık çalışanı sayısını artırmamıştır. Bu uygulamanın sadece sağlık alanında sürdürülmesi, zorunlu hizmet sonrası atamalardaki sorunlar, yaşamdaki eşitsizliklerin varlığını sürdürmesi vb. nedenlerle zorunlu hizmet sağlık emekçilerinin tepkilerini çekmiştir. Sonuçta sadece sağlık çalışanın sayısının azlığı değil aynı zamanda süreksizliği ve gönülsüzlüğü de hizmetleri etkilemiştir. Yine son yıllarda artan çatışma ortamı, dil sorunu vb. kattığımızda hekim istihdamını aşan bir sorunlar yumağını tartıştığımızın farkında olmamız gerekir. Türkiye’de özellikle hematoloji ve yeni doğan uzmanlığı branşlarında hekim açığı daha çok bulunuyor. Ne yazık ki uzun yıllardır uygun katılımlarla, gerçekçi bir planlama yapılmamış, niceliğe dayalı bir istihdam politikası izlenmiştir. Sadece sayının artırılması yönünde politikalar izlenmiş (niteliği göz ardı eden), asıl gereksinim olan sağlık hizmetlerinin niteliğinin artırılması ve sağlık çalışanı istihdamına yönelik sağlıklı girişimler olmamıştır. TTB, tıp fakülteleri, hemşirelik yüksek okulları vb. koruyucu hizmetleri önceleyen bir istihdam politikasının yaşama geçirilmesini sürekli dile getirmiştir, ne yazık ki bu istemler sonuçsuz kalmıştır. Sağlık hizmetlerinin başarıyla yürütüldüğü tüm ülkeler incelendiğinde birinci basamakta çalışan sağlık emekçisinin ağırlıklı olduğu görülecektir. Ne yazık ki ülkemizde tedavi hizmetlerini (ikinci basamak) önceleyen politikalar hep ön planda tutulmuş, uzmanlaşmanın önü açılmış, birinci basamak çalışanları ise gerek ekonomik gerekse özlük hakları açısından desteklenmemiştir. Hal böyle olunca da uzman sayısı daha fazla olan bir sağlık ortamı ortaya çıkmıştır. Uzmanlıklar da planlı bir şekilde açılmadığı için tablo daha da çarpıtılmıştır. Bakanlığın son yaptığı çalışmalar dayatma şeklinde kendini göstermekte, teknik yönü öne çıkan meslek örgütü, tıp fakülteleri, yüksek okul vb. akademik katılımının göstermelik kılan bir tarzdadır. Yine nicelik ön planda, nitelik ikinci plandadır. Her on yılda bir gördüğümüz sağlıkçı yetiştirme kampanyası, SDP ile birlikte AKP Hükümeti’nin de gündeminde önemli yer tutmuş, önce bol sayıda yeni fakülte, sağlık yüksek okulları açılmış, vakıf üniversiteleri teşvik edilmiştir. Bol sayıda açılan bu sağlık okulları alt yapı açısında kendini bulmadan artan öğrenci sayısı ile krize girmiş durumdadır. Hem alt yapı yetersizliği hem kadronun deneyimsizliği artan öğrenci sayısı ile baş etmeyi imkansız kılmaktadır. Yine SDP programı nedeniyle işletme haline dönen tıp fakültesi hastanelerinde, performans hizmetin ön plana çıkmasını tetiklemiş, eğitimi ikinci plana itmiştir. Performans uygulamasının getirdiği rekabet ortamı, temel tıp ile ilgili branşlar ve “gelir getirmeyen” anabilim dalları (adli tıp, halk sağlığı, farmokoloji vb.) öğretim üyeleri “yük” konumuna getirilmiş, motivasyonları düşürülmüştür. Artan öğrenci, işletme haline dönen eğitim kurumları içinden çıkılmaz hale dönüşmüştür. Yurt dışında bazı ülkelerde doktor ve hemşireye yardımcı personel yetiştirilmesi amacıyla yapılan uygulamalara yönelik eleştiriler gündeme getirilmelidir. Sağlık hizmetlerinin geliştirilmesini hedeflemeyen sağlık emek gücünün değersizleştirilmesini gündeme getiren bu uygulamalar asıl çalışanlar yerine yardımcıların kullanılması ile sağlık emek gücünün ucuzlaştırılması politikalarına dönmüştür. Sağlık emekçilerinin görev tanımlarının da silikleştirilmesi ile daha ucuz bir çalışan kullanılması, hekim ve hemşirelerin de daha düşük ücretlerde çalıştırmaya zorlayan bir düzenleme haline dönmesi kaçınılmazdır. Gelişmiş ülke örnekleri bize bunu göstermektedir. Özetle bu uygulamalar piyasalaşan sağlık hizmetleri ortamında, sağlık çalışanı piyasasını da oluşturmanın bileşenleridir. Sağlık alanında muhalif konumda olan bizler şunun bilinmesini istiyoruz. Sağlık hizmetlerinin kolektif bir hak kapsamından bireysel hakka dönüştüğü (parası olana ya da isyan etme potansiyeli taşıyan mutlak yoksullara), sağlığa yatırım yapan sermaye gruplarının arttığı, özel hastane zincirlerinin hızla büyüdüğü, kamu sağlık kurumlarının özelliğini kaybettiği sıradan bir işletmeye döndüğü, hekimlerin bağımsız çalışmasının engellendiği (özel muayenehanelerde bağımsız çalışma hakkına yönelik artan saldırılar) bir ortamda sürece emek perspektifi ile bakıyoruz. Emek açısından bakıldığında güvencesizleştirmenin her türlüsünün (sözleşmeli çalışma, 4b, 4c, taşeron, kayıt dışı, illegal çalıştırma vb.) öne çıktığı, çalışanlarının kıdem tazminatına göz dikildiği, performansa dayalı ücretlendirmenin tek ödeme biçimi haline getiren bu uygulamaların sağlık alanında da gerçekleştiği ve gün geçtikçe daha da artacağının bilincindeyiz. Konuyu sadece sağlık hizmetlerinin geliştirilmesi gibi gösterme, tüm diğer alanlarda olduğu gibi emekçileri görmeyen neoliberal politikaların farklı amaçlar taşıdığını gerek ülkemiz gerekse tüm dünya örneklerinden takip ediyoruz. “İthal hekim” çalıştırma da sağlıkçılar için çok iyi bilinen iki amaç taşımaktadır. Özel hastaneler zinciri için az sayıda hasta cazibesi yüksek olan ünlü hekim ve bol sayıda ucuz işgücü olacak sağlık çalışanı ithali. Sağlık emek göçü diye bilinen bu süreci daha önceki yılarda örgütümüz yayınlarından Toplum ve Hekim dergisinde gündem yapmış idik. Bu inceleme bize göstermişti ki, yoksul ülkelerin başta hekim ve hemşireleri olmak üzere (beyin gücü), gelişmiş ülkeler için ucuz emek rolü oynamakta, hem gelişimi için para harcanmamakta hem de ülkenin kendi hekim/hemşirelerinin başta ücretler olma üzere özlük hakları açısından tehdit özelliği taşımakta, mevcut çalışanların bu hakları gün geçtikçe budanmaya devam etmektedir. İthal sağlık emekçileri içinde aynı durum söz konusudur, güvencesiz bir çalışma ortamında, çok düşük ücretlerde sağlığın patronları için kar maksimizasyonun aracı haline gelmektedir. Bakanlık yukarda bahsettiğimiz konular ile ilgili ana perspektifi tartışmamızı istemiyor, uygulanan politikalarda ciddi bir tartışmaya girmiyor. Çok sayıda yapılan toplantıda halkın sağlık hizmetinden olan memnuniyetini esas alan, sağlık meslek örgütlerini ve akademiyi ciddiye almayan bir tutum sergilemektedir. Diyalog sürecinden beklenen ana politikaları değil, mikro alanları tartışmamız. Sağlık alanında emeğe yönelik düzenlemeler konusunda tamamen haklı olduklarını, uygulamalarında başarılı olduğunu düşünüyorlar. Sağlık emekçilerinin son bir yılda artan tepkilerini dile getirdiği miting, iş bırakma vb. eylemler sonrası bile sağlıklı bir müzakere ortamı oluşmasına bakanlık yanaşmamaktadır. TTB yönetimi ile benzer yönelim içerisinde olmayan, hükümete daha yakın değerlendirmelere sahip il tabip odaları yöneticileri, hatta AKP’de görev yapan birçok hekim dahi sağlık ortamında yaşananlar ile ilgili dile getirdikleri eleştirileri Bakanlık ya görmezden gelmekte, ya kulak tıkamakta ya da geçiştirmeye çalışmaktadır. Çünkü ulusal istihdam stratejisi ile bir kez daha gündeme gelen emeğe yönelik hiç de iyi olmayan niyetler, sağlık emekçilerini de kapsamaktadır. Sağlık Bakanlığı’nın da hükümetin emek ile ilgili politikaları ile uyumlu olduğunu söyleyebiliriz. İlgili konulara yönelik çözüm önerilerine bakacak olursak, Ana politika olarak hükümetin sağlık hizmetini kâr getiren bir alan haline dönüştüren uygulamalardan vazgeçmesi, sağlığın korunması ve geliştirilmesini esas alan bir politikanın ön plana geçmesi, bu anlayış peşinen emeği de gözeten emek dostu politikalardır. Dünya tarihi bunu kanıtlamıştır. Bu politikalardan vazgeçilmesi, yaşamın her alanının metalaştırılması, emeği yönelik saldırıları da peşinden getirmiştir. Yine çözüm süreci için Hükümetin Bakanlığın politikaların oluşturulması sürecinde demokratik katılımı esas alan bir anlayışı geliştirmesi, göstermelik fikir sorma, sonra görmezden gelen anlayışını terk etmesidir. Bu istem hem sağlık meslek örgütleri, sendikalar için hem de akademi için geçerlidir. Üçüncüsü sağlık emekçileri dağılımından eşitsiz etkilenen bölgelerdeki başta sağlık muhalefeti olmak üzere, her türlü muhalafete kulak vermeli, yaşama geçmesi mümkün, uzun soluklu sağlık emek gücü istihdamı politikalarının geliştirilmesinin önü açılmalıdır.

Yabancı doktor istihdamı yanlıştır

Türk Sağlık-Sen Genel Başkanı Önder KAHVECİ konuyla ilgili yaptığı çalışmalar hakkında şu bilgileri veriyor:

Araştırmamıza göre Türkiye’de toplam 115 bin 256 doktor görev yapıyor. Bu doktorlardan 67 bin 667’si (29 bin 526 uzman- 30 bin 830 pratisyen hekim-7 bin 311 asistan ) Sağlık Bakanlığı’ na bağlı sağlık kuruluşlarında görevli. Doktorların 25 bin 15’i üniversitelerde, 22 bin 574’ü özel sektörde çalışıyor. Türkiye’de bir doktora 640 kişi düşüyor. Sadece Sağlık Bakanlığı’ndaki görevli doktorlar dikkate alındığında bir doktora 1089 kişi düşüyor. 2010 yılında Türkiye’de 100 bin kişiye düşen hekim sayısı 153 iken AB ortalaması 322’dir. Türkiye’nin AB ortalamasını yakalaması gerekmektir. Yine yaptığımız araştırmamıza göre Sağlık Bakanlığı’ndaki doktorlar dikkate alındığında Türkiye’de en az doktorun bulunduğu il 78 doktorun çalıştığı Bayburt. Bu ili 87 doktorla Ardahan, 104 doktorla Hakkari izliyor. Doktorların en fazla görev yaptığı il ise 12 bin 498 doktorun bulunduğu İstanbul. Bu ili 7 bin 568 doktorla Ankara, 4 bin 736 doktorla İzmir izliyor. Türk Sağlık-Sen’in yaptığı araştırmaya göre Sağlık Bakanlığı’nda görev yapan 67 bin 667 doktorun 38 bin 881’i yani doktorların yüzde 57’si 16 büyük şehirde görev yapıyor. Uzman doktorların yüzde 58’si, pratisyen doktorların ise yüzde 47’si, asistanların ise yüzde 98’i 16 büyük şehirde görevli. 29 bin 526 uzman doktorun 17 bin 062’si, 30 bin 830 pratisyen doktorun ise 14 bin 661’i ve 7 bin 311 asistanın 7 bin 158’i Türkiye’nin 16 büyük şehrinde çalışıyor. Sağlık Bakanlığı mevcut hekim eksiğini yabancı doktor ile kapatmayı düşünmektedir. Yabancı doktor istihdamının yapılmasını son derece yanlıştır. Ülkemizdeki en önemli sorunlardan birinin hekim eksikliğinden ziyade hekim dağılımındaki dengesizlik olduğunu görmek gerekiyor. Bugün doktorları metropollerde toplayan, bırakın doğuyu, güneydoğuyu Ankara'nın taşrasını bile doktorsuz bırakan bir planlama var. Bu plansızlığın sonucunda medyada doktor olmadığı için kapanan sağlık ocaklarına, hizmete giremeyen hastane birimlerine ve atandığı taşradan tayinini yıllar geçmesine rağmen yaptıramadığı için istifa eden doktorlar ile ilgili haberleri görüyoruz. Var olanı yokmuş gibi gösteren bu planlama sisteminin yerine her doktorun belli bir süre belli bir yerde görev yapacağı rotasyon sistemi uygulanırsa ne Türkiye'de doktor eksiği olur ne de doktorlarımızda mahrumiyet bölgelerinde unutulma korkusu olurdu. Yabancı doktorda ikinci önemli nokta Türkiye'ye gelecek hekimlerin hangi ülkelerden olacağıdır. Burada dikkat çekmek isterim ki, hiç kimse Amerika'dan ve İngiltere'den gelecek doktorları beklemesin. Onların ülkemize gelmelerini sağlayacak bir cazibe yok. Çalışma şartları ve aldıkları ücretler ülkemizden çok daha iyidir. Bize ancak Pakistan, Asya ülkeleri ve Doğu Avrupa'dan ucuz iş gücü olarak doktorlar gelir. Mesleki deneyimleri bizim doktorlarımızla kıyaslanamayacak bu doktorların verdiği kalitesiz hizmetin faturası da vatandaşa çıkar. 2010 Yılında Sağlık Bakanlığı’ndan 3 Bin 637 doktor istifa etti. Araştırma sonuçlarına göre Sağlık Bakanlığı 2010 yılında 5 bin 767’si uzman, 4 bin 990’nı pratisyen olmak üzere toplam 10 bin 757 doktor atadı. Buna karşılık 2 bin 768’i uzman, 2 bin 761’i pratisyen doktor olmak üzere toplam 5 bin 439 doktor görevinden ayrıldı. 2010 yılında 1843’ü uzman 1794’ü pratisyen doktor olmak üzere toplam 3 bin 637 doktor Sağlık Bakanlığı’ndaki görevinden istifa etti. Kalan ayrılışların 772’si emeklilik 1030’u ise diğer sebeplerden gerçekleşti. 2010 yılının sonunda TBMM Plan ve Bütçe Komisyonunda, Sağlık Bakanlığı ile Hudut ve Sahiller Genel Müdürlüğü bütçeleri kabul edilirken Bakan Akdağ yabancı sağlık personeline kısa vadede ihtiyacımız olduğunu söyleyerek konuyu tekrar gündeme getirdi. Sayın Bakana göre 2023 yılında kendi doktorlarımız bize yetecek ancak bugün yabancı doktorların istihdamı gerekiyor. Uzun vadede ihtiyaç olmadığı iktidarca da kabul edilen yabancı doktorlar kısa vadede ülkemiz için bir ihtiyaç mıdır? Bu soruya verilecek en güzel cevap Bakanlık bu eksikliği 2003 yılında tespit etseydi, tıp fakültesi kontenjanları artırılsaydı. 2011 yılında hekim eksiğimiz kalmazdı demektir. Ayrıca ülkemizdeki en önemli sorunlardan birinin hekim eksikliğinden ziyade hekim dağılımındaki dengesizlik olduğunu görmek gerekiyor. Bugün doktorları metropollerde toplayan, bırakın doğuyu, güneydoğuyu Ankara'nın taşrasını bile doktorsuz bırakan bir planlama var. Bu plansızlığın sonucunda medyada doktor olmadığı için kapanan sağlık ocaklarına, hizmete giremeyen hastane birimlerine ve atandığı taşradan tayinini yıllar geçmesine rağmen yaptıramadığı için istifa eden doktorlar ile ilgili haberleri görüyoruz. Var olanı yokmuş gibi gösteren bu planlama sisteminin yerine her doktorun belli bir süre belli bir yerde görev yapacağı rotasyon sistemi uygulanırsa ne Türkiye'de doktor eksiği olur ne de doktorlarımızda mahrumiyet bölgelerinde unutulma korkusu olurdu. Yabancı doktorda ikinci önemli nokta Türkiye'ye gelecek hekimlerin hangi ülkelerden olacağıdır. Burada dikkat çekmek isterim ki, hiç kimse Amerika'dan ve İngiltere'den gelecek doktorları beklemesin. Onların ülkemize gelmelerini sağlayacak bir cazibe yok. Çalışma şartları ve aldıkları ücretler ülkemizden çok daha iyidir. Bize ancak Pakistan, Asya ülkeleri ve Doğu Avrupa'dan ucuz iş gücü olarak doktorlar gelir. Mesleki deneyimleri bizim doktorlarımızla kıyaslanamayacak bu doktorların verdiği kalitesiz hizmetin faturası da vatandaşa çıkar.

En fazla genel tabip eksiği bulunuyor

Sağlık Bakanlığı Tedavi Hizmetleri Genel Müdürü İrfan ŞENCAN konuyla ilgili şu açıklamalarda bulunuyor:

Mevcut hekim sayısına göre Türkiye Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) Avrupa bölgesindeki 52 ülke içinde sondan 3. sırada olmamız yeterli bir kanaat oluşturuyor. Bizim hesaplamalarımıza göre en az 200 bin olması gerekir. Hekimlerin bölgelere göre dağılımı konusunda son sekiz yıl içinde çok önemli bir mesafe kat edilmiş durumdadır. Özellikle sağlık ve eş mazereti nedeniyle yığılma olan bir iki ili dışarıda tutarsak hemen hemen denge yakalanabilmiş durumdadır. Artık coğrafi bölgelere göre dağılım adaletsizliği yerine büyük şehirler, daha küçük yerleşim birimleri arasındaki dağılımın hizmete dengeli yansıyacak tarzda olup olmadığı daha önemli bir sorun haline gelmiştir. Bundan kastımız daha küçük mesela 20 bin ve 30 bin nüfuslu yerleşim birimlerine verilen uzman hekimlerin yataklı hizmete aktif katkı sunmadıkları daha çok ayaktan tedavi hizmeti sundukları bir gerçektir. Buna karşın 24 saat branş uzmanı bulundurmak zorunda olan daha büyük hastanelerin uzmanlarına düşen iş yükü daha fazla olabiliyor. Hekim açığı hemen tüm branşlar da mevcut. Esas olarak temel genel tabip eksikliği en fazla olandır. Branş bazlı açık oluşturulan talebe göre değişiyor. Mesela SGK veya SB bir ilacın reçete edilmesinde, veya bir işlemin hangi uzmanlık alanında yapılabileceğine dair bir düzenleme veya yeni bir yan dal oluşturur ise o branşta eksiklik hissi daha belirgin oluyor. Branşların cazip olup olmaması eğitim süresi, eğitim sürecinin zorluğu, bitirdikten sonra kazanabileceği gelir gibi konular etkili olabiliyor. Biz de ihtiyaç duydukça özellikle elde edebilecekleri gelir konusunda düzenleme, düzeltmeler yapabiliyoruz. Yurt dışında bazı ülkelerde doktor ve hemşireye yardımcı personel yetiştirilmesi amacıyla üniversite ve dengi okullarda öğretim programları yer alıyor. İlgili bölümlerin Türkiye’de de benzerleri açılıyor ve bu bölümlere de önemli bir talep olduğunu görüyoruz. Bu bölümlerin mezunlarının kolay iş bulduğu görüldükçe daha da cazip hale geleceğini umuyorum. Türkiye’de yabancı doktorların çalıştırılmasına yönelik atılan adımlar için bu konu daha önce yasama merciinin gündemi oldu. Yeni bir yorum yapmak şu aşamada doğru olmaz. Türkiye de sağlık hizmetlerinin planlanması ve sağlık hizmetlerinin sunum standartları konusunda yetki ve sorumluluk Sağlık Bakanlığı’na verilmiştir. Meslek örgütlerinin görüş ve önerilerini elbette takip ediyoruz. Ancak meslek örgütünün sadece meslek mensuplarının menfaatini, hatta meslek mensuplarının sadece bir kısmının taleplerini her şeyin önüne koyan talepleri konusunda tam olarak anlaşmamız mümkün değildir. Bizim sunduğumuz hizmet doğrudan vatandaşa ve sıkıntısı olan vatandaşa verilen bir hizmettir. Elbette böyle bir durumda diğer önceliklerin hepsinin önünde sağlık hizmeti geliyor. Bu sırada başka kurumlarda kendi reflekslerini gösterebilirler, bizim tavrımız her zaman vatandaşın sıkıntısını gidermeyi önceleyen tarzda olacaktır. Ben personel eksiği dışında özel ve aşılmaz bir sıkıntı görmüyorum. En büyük sıkıntımız sağlık personeli sıkıntısıdır. Ancak son yıllarda atılan adımlar bu konuda da önümüzdeki 3-5 yıl içinde kısmi rahatlama, 2023 yılına kadar ise gerçek bir rahatlama oluşacağına inanıyorum.

Ayşenur Asuman UĞUR
Doktor Dergisi

Manşetler

YÖNETMELİKTE DEĞİŞİKLİK YAPILDI