• BIST 9722.09
  • Altın 2428.571
  • Dolar 32.5199
  • Euro 34.8
  • Ankara 21 °C
  • İstanbul 20 °C
  • Bursa 22 °C
  • Antalya 22 °C
  • İzmir 21 °C

Sağlık Bakanlığı'nın hastaneleri sınıflandırma çalışması mercek altında

Sağlık Bakanlığı'nın hastaneleri sınıflandırma çalışması mercek altında
Sağlık kuruluşları temsilcileri son altı yılda sürekli yeni kararları tartışmak durumunda kaldı. Sağlıkta Dönüşüm Programı ile sağlık alanında oynatılmayan taş, alt üst edilmeyen değer kalmadı neredeyse. Sonuç olarak bugün altı yıl öncekinden çok farklı b

Sağlık kuruluşları temsilcileri son altı yılda sürekli yeni kararları tartışmak durumunda kaldı. Sağlıkta Dönüşüm Programı ile sağlık alanında oynatılmayan taş, alt üst edilmeyen değer kalmadı neredeyse. Sonuç olarak bugün altı yıl öncekinden çok farklı bir noktadayız.

Evet, hastaların hizmete ulaşması altı yıl öncesine göre artık çok daha kolay… Ama bu iyi gelişme son altı yıllık süreyi tamamen olumlayacağımız anlamına gelmiyor ne yazık ki. Bu sayımızda sağlık çalışanlarının son günlerdeki sıcak gündeminden bir konuyu daha ilginize sunuyoruz.

Altı yıl önce, kuşkulu yaklaşımlara karşın umut veren yönleri de olan bir yenilenme dönemine girdik sağlıkta. Hükümet sağlıkta reform konusunu öncelikleri arasına almış ve birçok başlıkta sağlık profesyonellerinin onayını alarak tasarladığı projesini “program” olarak uygulamaya başlamıştı. Sağlıkta Dönüşüm Programı adıyla başlayan yeni uygulamalar zinciri, hangi nedenlerle aceleye getirildiği hala anlaşılamamış bir biçimde, parça parça hayatımıza girdi ve bugünlere geldik.
Program ilk döneminde köstekten çok destek gördü. Çünkü yukarıda da belirttiğimiz gibi, ana başlıklar iyi tespit edilmişti. Başlıkların nasıl içeriklendirileceği henüz çok fazla anlaşılamadan üstelik, Sağlıkta Dönüşüm Programı, “liberal ekonominin gereklerinin sağlığa da kayıtsız şartsız uyacağı” inancındaki yatırımcıları harekete geçirmeye yetmişti. Program öncesinde yaklaşık 150 kadar özel hastane varken, programın ilk adımlarının hayata geçmesiyle özel kuruluş sayısı kısa bir sürede üç misline fırladı. Bu işe yıllarını vermiş olan deneyimli hastane sahiplerinin öğütlerine fazla kulak verilmeden, sık sık değişen mevzuatın karmaşıklığı göz ardı edilerek yeni “kârlı” alan yatırımcıların gözdesi oldu. Ancak mutlu günler ne yazık ki uzun sürmedi.
2007 yazından bu yana özel sağlık kuruluşları -yatırım dönemlerinde gözlerinden kaçmış olan “mevzuat” karmaşasının kurbanı gibi hissediyorlar kendilerini. Başlangıçta her yeni adımda bir cevher keşfeden ve onaylayıcı tutum geliştiren sektör temsilcileri şimdi; TBMM Sağlık Komisyonu’nda son haline gelen, Meclis’e gitmek üzere olan ya da Resmi Gazete’de yayınlanan, kesinleşmiş ya da kesinleşmek üzere olan tebliğ, yönerge, taslak, tasarı ne varsa okudukları her yenilikle hop oturup hop kalkıyorlar. Ve haksız da değiller. Çünkü beş yıl önce bütün yatırımcılar yeni dönemi aynı şekilde kavradıysa, bu kavrayışı yaratanlar vardı. Aradan geçen zamanda “yön değiştiren” taraf kendileri değildi…
Gelinen noktada, özel sağlık kuruluşlarının bir sorunlar yumağıyla karşı karşıya olduğunu söylemek yanlış görünmüyor. Bu sorunların ne kadarının kendilerinden ne kadarının kamu yönetiminden kaynaklandığını, dönemin sıcaklığını biraz daha geride bıraktıktan sonra daha net anlayacağız. Ancak bugün kesin olan bir durum var; son iki yılda özellikle sosyal güvenlikle ilgili olarak sürekli değişen kararlar özel hastaneleri bir çıkmaz sokağın başına getirmiş olabilir. Bu durumun yarattığı ve giderek yaygınlaşan umutsuzluk havası özel sağlık kuruluşu temsilcilerini fazlasıyla zorluyor. Dolayısıyla “hastanelerde hizmet kalite standartlarının oluşturulması”, “hastanelerin sınıflandırılması”, “katkı paylarının belirlenmesi” gibi kavramlar hele bir de yan yana cümlelerde kullanılmaya başladı mı hassasiyet doruğa ulaşıyor.
Son günlerde sağlık profesyonellerinin gündemi çok yoğun. Kısaca “Tam Gün Yasa Tasarısı” olarak adlandırılan tasarının tartışması hala sıcaklığını korurken özellikle özel kuruluş yönetimlerini meşgul eden bir diğer konu da “Özel Hastanelerin Sınıflandırılması” çalışması. Sağlık Bakanlığı temsilcileri, bu çalışma henüz taslak halindeyken o kadar ayrıntılı açıklamalarla kamuoyunu bilgilendirdiler ki ortada dolaşan metinlerin hangisi “en doğru taslak” anlaşılamaz hale geldi. Buna bağlı olarak “sınıflandırma” tartışmaları da herkesin kendi önündeki metne göre gelişti, daha doğrusu karmaşıklaştı. Hastane Dergisi olarak sağlığın farklı alanlarında görev alan sağlık profesyonellerinin konu hakkındaki görüşlerini aktardığı dosyamızı hazırlarken 2009 Şubat ayında yayınlanan Özel Hastanelerin Sınıflandırılması Hakkında Yönerge Taslağı’nı temel aldık. Bu taslak ilgili kuruluşların resmi yayınlarında da temel alınan metin olarak dikkat çekiyor.
Özel hastanelerin sınıflandırılması yolunda yürütülen çalışmanın genel tespitleri, Hastane Dergisi’nin sorularını yanıtlayan sağlık çalışanlarının genel bir “karşı duruşu”na hedef olmuyor ilk bakışta. Karşı duruşu en açık sergileyen iki kurum var. İlki Özel Hastaneler ve Sağlık Kuruluşları Derneği (OHSAD), diğeri İstanbul Tabip Odası.
OHSAD Yönetim Kurulu Başkanı ve Gyn. Opr. Dr. Reşat Bahat “OHSAD olarak özel sağlık kuruluşlarının kaliteli olması ve kaliteye zorlanması konusunda ısrarcı” olduklarını belirtiyor ancak “özel hastaneleri sınıflamanın, hele hele tek satın alıcı olan SGK söz konusuysa tümüyle yanlış olduğunu, bu konuyu kabul etmediğimizi, bir emrivaki olursa ancak buna uyacağımızı ifade ettik” diyerek sözlerini şöyle sürdürüyor:
“Sınıflandırma konusunda hiçbir zaman adil bir değerlendirmenin yapılacağına inanmıyoruz. Özellikle sınıflama; yüzde 30’un üzerinde fark alan kurumlar için yapıldığı, eğer bir kalite katacaksa bu hastanelere kalite katacağı, yüzde 30’un üzerinde fark almayan kurumların hiç ilgilenmeyeceği bir kalite standardıdır. Kalite herkesin hakkıysa, herkesin kaliteye teşvik edileceği bir ortam yaratılması gerekmektedir. Ayrıca daha önce ruhsatlandırılmış kurumların değiştirilemeyecek özellikleri için sınıflandırılmaları yanlıştır.”
İkinci güçlü itirazı yükselten ve “Sağlık Bakanlığı sağlık alanında yaptığı düzenlemeleri sağlıkta dönüşüm programının hedefleri doğrultusunda içinde bulunulan aşamayı göz önünde bulundurarak yapmaktadır” diyen İstanbul Tabip Odası Genel Sekreteri Dr. Hüseyin Demirdizen konunun kapsamına şöyle dikkat çekiyor:
“Sağlıkta dönüşüm programı sağlık hizmetlerinin piyasalaştırılması ve ticarileştirilmesini hedeflemekte ve düzenlemeler piyasa beklentileri doğrultusunda gerçekleştirilmektedir. SDP’nın birinci aşaması olan sağlık piyasanın genişletilmesi aşamasında (ki 2003 -2007 dönemini kapsamaktadır) kuralsızlaştırma, denetimsizlik, isteyenin istediği yer ve koşulda sağlık tesisi kurması, istediği kadar doktor ve yatırımla, tıbbı donanımla /donanımsızlıkla hizmet sunması dönemidir. Bu dönemde hemen hiçbir standart aranmamış, ciddi ve sonuca etki edecek hiçbir denetim yapılmamıştır. Siyasi, bürokratik çevrelerce teşvik edilerek özel sağlık kuruluşlarının sayısı hızla artırılmıştır. Sevk sistemi kaldırılarak hastalar özel sektör ve hastanelere yönlendirilmiş, aynı dönemde pek çok suiistimale göz yumulmuştur. İkinci aşama bütün piyasalarda olduğu gibi tekelleşme aşamasıdır. Özellikle 2007 ve sonrası yapılan pek çok yasal düzenleme; tekelleşmenin hızlandırılması ya da hastane ve eczane zincirlerinin, tekellerin beklentileri doğrultusunda yapılmaktadır. Özel hastaneler ve ayaktan teşhis tedavi kurumları yönetmeliğinde yapılan değişiklikler, özel sektör yatırımlarının ve doktor çalıştırmanın sağlık bakanlığı iznine bağlanması, sağlık kurumlarının işletme ve otelcilik mantığı ile sınıflandırma çalışmaları bu dönemde gündeme gelmiştir.”
Sınıflandırma çalışmalarında birbirinden farklı özelliklere sahip olan sağlık kuruluşlarının ayrı ayrı ele alındığını hatırlatan Dr. Demirdizen uyarılarını şöyle sürdürüyor:
“Her grubun kendi içinde kategorize edilmesi ve yüksek standart adı altında hizmet fiyatlarının farklılaştırılması; doğaldır ki daha iyi sağlık hizmeti arayışı ile buralara yönelecek olan ama ödeme gücü olmayan hastaların mağduriyetine yol açma yanında sağlığın en temel değerlerinden olan hakkaniyet, adalet ve eşitlik ilkesiyle ve hükümetlerin vatandaşlara ayrımsız hizmet sunma sorumluluklarıyla bağdaşmamaktadır.”
Yönerge taslağının kapsamına olumlu yaklaşanlar arasında yer alan, USK Danışmanlık Genel Müdürü Uzm. Dr. Cengiz Konuksal “Bu konuda ilgili tarafların görüşleri ve eleştirileri devam etmektedir, devam etmesi de doğal olarak görülmektedir” diyor ve sözlerine şöyle devam ediyor:
“Sağlık Bakanlığı Hastanelerinde 2005 yılından beri devam ettirilen ve belirli bir birikime erişmiş Hizmet Kalite Standartlarına yönelik kurumsal performans uygulamasının Özel Hastaneler Sınıflandırmasının önemli bir parametresi olmasını ve bu deneyimin Özel Hastanelere aktarılacak olmasını olumlu olarak karşılıyorum.”
Geleceğe dönük olarak da sınıflandırma çalışmalarını desteklediğini ifade eden Dr. Konuksal, konuyla ilgili endişeleriniyse şöyle dile getiriyor:
“Bununla beraber değerlendirmenin daha doğru ve güvenilir verilere dayalı, objektif (tarafsız) bir gözle hizmet kalite standartlarının, hasta ve çalışan güvenliğinin denetleneceği bir yapı ile mümkün olabileceğini, yoksa tüm özel hastane yönetimlerince kuşku ile bakılan hizmet kalite standartlarının Sağlık Bakanlığı hastane kadrolarında çalışanları ile değil, bağımsız denetçi kuruluşlar (örneğin TSE , 3.taraf vb.) tarafından gerçekleştirilmesinin daha objektif ve güvenilir olacağı kanaatindeyim.”
Acıbadem Adana Hastanesi Direktörü Hüseyin Çelik ise “Bilindiği üzere sağlığın temel süjesini bireyler oluşturmaktadır. Bireylerin sağlık hizmetini alırken başvurdukları sağlık kurumunun mülkiyetine dayalı olarak kurallar ve uygulamalar geliştirilmesinin doğru olmadığını düşünüyorum” sözleriyle yönerge taslağının yalnızca özel hastaneleri ele almasına karşı çıkıyor. Devlet tarafından sağlık hizmetinin maliyetinin ödenmeyerek, bunun hastadan alınmasına yönelik formüller üretilmesinin de kabul edilebilir bir durum olarak görülmeyeceğine dikkat çeken Hüseyin Çelik, taslakla ilgili itirazlarının bir kısmını şöyle dile getiriyor:
“Alınacak farkın sınıflandırma çıktılarına dayandırılması, başlangıçta makul görünse de, gerçekte özel sağlık kurumlarının hasta gözündeki algısının değiştirilmek istendiği görüşünü taşıyorum. Özel sağlık kurumları, yatırım, cihaz, hekim sınırlandırmaları yanında global bütçe ve SUT fiyatı revizyonu ile mali sınırlandırmaya da tabi tutulmuştur. Sınıflandırma kriterleri ile hiçbir özel sağlık kurumunun A sınıfı olamayacağı, sınıflandırmayı hazırlayan SB yetkilileri tarafından bilinmektedir. Bu çalışma ile özel sağlık kurumlarının vatandaş gözündeki algısı da sorgulanmaya çalışılmaktadır. Bu nedenle amaç ile araç arasında yaşanan sıkıntı, bir süre sonra uygulamada istenmeyen sonuçlara neden olacaktır.”
Sağlıkta Kalite İyileştirme Derneği (SKİD) Yönetim Kurulu Başkanı Dr. Hasan Kuş, dernek adına yaptığı açıklamasında “Sağlık Bakanlığı tarafından özel hastanelerin hizmet kalitesi, vaka karması, yatak kapasitesi gibi kriterlerle sınıflandırılacağı duyurulduğu” hatırlatıyor ve Bakanlığın yaklaşımında sakıncalı görülen yanları şöyle ifade ediyor:
“Hizmet Kalite Standartları ve Hasta ve Çalışan Güvenliği başlıklarında yapılacak olan değerlendirmeler bir çeşit ‘akreditasyon’ uygulamasıdır. Sağlık Bakanlığı’nın bünyesinde bulunan bir daire aracılığı ile hastane akreditasyonu yapması birçok sakıncalar taşımaktadır. Öncelikle, sağlık hizmet sunumunda sektörün en büyük hizmet sunucusu pozisyonunda olan Sağlık Bakanlığı’nın kendi ekipleri aracılığı ile üniversite, özel ve vakıf hastanelerini tetkik etmesi net bir çıkar çatışması yaratabilecek bir durumdur. Dünyada da örneği bulunmamaktadır.”
Mevcut haliyle özel hastanelerin sınıflandırılmasını kapsamına alan yönerge taslağı sadece genel yaklaşımıyla değil bütün ayrıntılarıyla tartışılıyor. Ayrıntı gibi görünmekle birlikte sınıflamanın esaslarını belirleyen maddeleri irdeleyen Birleşik Sağlık Kurumları Performans Geliştirme ve Denetim Müdürü Kübra Özkılınç Güleç’in dikkat çektiği noktalar şöyle:
“Bir süredir çok tartışılan ve sınıflandırma değerlendirmelerinde olmasına itiraz edilen ‘yatak kapasitesi’ kavramının bu son tanımda ‘hasta memnuniyeti’ ile yer değiştirdiğini görüyoruz. Sivil toplum temsilcileri ve özel sağlık hizmeti temsilcilerinin yaptığı teklif değişikliklerinde sıkça gündeme alınan bu noktanın, gerçekten nasıl yorumlandığını yönerge yayınlandığında görebileceğiz. Ancak planlama konusunda getirilen kısıtlar ve 15 Şubat’tan bu yana gelinen durum, sağlık kuruluşlarının kapasite kullanımı konusunda artışını zaten zorlamaktadır. Yapılan yönetmelik değişikliklerinin etkisi yatak kapasitesi dışında, ‘Vaka Dağılımı’ hususunda da hissedilecek ve hastaneler ilerleyen zamanlarda da sınıf artırımında zorlanacaklardır.”
Hastanelerin halen sürdürmekte olduğu kalite çalışmalarının aksaklıklarına ve sınıflandırma çalışmalarında bu aksaklıkların neden olacağı sonuçlara da değinen Güleç, sözlerini şöyle sürdürüyor:
“Ama ne yazık ki; sınıflandırma tüm özel hastaneleri, üstelik uluslararası standartlardan bile fazla gereklilikleri içererek kapsıyor. Durumun vahim bir hal alması Bakanlığın kalite standartları rehberinin tanıtımı için yapmış olduğu toplantılarda, sorulan sorularda ve aralarda yaptığımız sohbetlerde açığa çıkmıştır. Sürenin kısıtlılığını da ayrıca belirtmekte fayda var. Bu toplantılarda, Performans Yönetimi ve Kalite Daire Başkanlığının davette özellikle belirtmesine rağmen kalite temsilcilerinden ziyade farklı görevlerinin yanında ek görev olarak kalite sorumluluğunu yürüten kişilerle karşılaştık. Özel hastane organizasyonlarında hala yer bulamayan, olsa bile sekretarya gibi çalıştırılan kalite alanında profesyonelleşmiş kişilerin azlığını bir kez daha fark ettik. Bu örnekten yola çıkarak, belki doğu belki yanlış bir varsayıma inanıyorum: Halen pek çok hastane bu departmandan yoksun ya da faydalanamamaktadır.”
Hastanelerin sınıflandırılmasına yönelik çalışmalar yalnızca sektör profesyonellerinin değil sağlık yönetimi alanında eğitim veren akademisyenlerin de ilgisini çeken bir konu. Geleceğin sağlık yöneticilerini yetiştiren eğitim kurumlarının mevzuatı da yakından izlemesinin doğal sonucu olarak eğitimciler konuyla ilgili görüşlerini sempozyum ve konferanslarda da sıkça dile getiriyorlar. Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Mustafa Taşdemir akademik çevrelerde konunun nasıl ele alındığını şöyle açıklıyor:
“Bu gibi konularda akademik yapılarda kurumsaldan ziyade bireysel çalışmalar ön plandadır. Ortak değerlendirmeler yapılsa da, her bir akademik kişilik bağımsız veya diğer paydaşlarla birlikte dahi hareket edebilmektedir. Bu çerçevede, başka konularda da olduğu gibi, çeşitli platformlarda konunun tartışılmasına katkıda bulunur, görüş ve öneriler geliştirir, gerektiğinde rapor hazırlama vb. çalışmalara katılırız.”
Akademik çerçeveyi yukarıdaki sözleriyle açıklayan Dr. Taşdemir, sınıflandırma çalışmasını sağlık kuruluşlarının geleceği açısından şöyle değerlendiriyor:
“Birçok yeni düzenlemede olduğu gibi bu konuda da ilke olarak paydaşların itirazının olmadığını görüyoruz. Eleştiri ve çekinceler daha ziyade içeriğe ve uygulamanın nasıl yapılacağına yönelik olmaktadır. Yeterince istişare edilmesi ve zaman içinde gerekli revizyonların vakit geçirmeksizin yapılması şartıyla karşı çıkılacak bir çalışma olmadığı kanaatindeyim. Amaç ifadesinde belirtildiği şekilde gerek etkili kaynak yönetimini sağlamada gerekse kalite ve verimlilik artışı gibi hususlarda başarı sağlanması yolunda doğru çalışmalar yapılırsa, desteklemememiz için bir neden kalmaz. Gelecekte, hastanelerin sınıf yükseltme konusundaki çabaları karşılık bulmalı, yani sınıf yükseltmek çok zor olmamalıdır. Sınıflandırmada etkili olacak mevzuatın revize edilmesi öncelikli konulardandır. Mesela, hasta ve çalışan güvenliği sınıflandırma parametrelerinden birisidir. Ancak ilgili Tebliğ’de çalışan güvenliğine yeterince ağırlık verilmemiştir. Kalite ve performans değerlendirmesi, bilinen kalite ve akreditasyon uygulamalarıyla uyumlu olmalıdır ve mesela kalite ve akreditasyon belgesine sahip olma durumu puana yansıtılabilir. Aksi takdirde, uygulamalar tartışılır hale gelebilecektir. Bakanlığın hizmet kalitesi değerlendirici personeli yüksek nitelikli olmalıdır. Yetkinliği tartışılabilecek personel, değerlendirici olarak görevlendirilmemelidir.”
Sağlık profesyonelleri ve sivil toplum kuruluşlarının temsilcilerinde olduğu gibi akademisyenler de sınıflandırma konusunda farklı görüşlere sahipler. Dergimizin sorularını yanıtlayan Okan Üniversitesi İİBF Sağlık Yönetimi Bölümü Öğretim Üyesi Dr. Yıldırım B.Gülhan, sınıflandırmayı ele alan yönerge taslağının başlığıyla içeriği arasında uyumsuzluk olduğunu öne sürüyor. “Özel hastanelere verilecek fark ücretin belirlenmesinde kullanılacak ve bu amaçla çıkarılacak ve uygulanacak olan bir taslağın adı ‘Özel Hastanelerin Sınıflaması’ olmamalıydı. Bunun adı ‘fark ücretinin belirlenmesi’ yönergesi falan olmalıydı” diyen Dr. Yıldırım Gülhan eleştirilerini şöyle ifade ediyor:
“Özel Hastanelerin sınıflandırılması ile ilgili çalışmalar maalesef bu hastanelere başvuracak hastalarımızı, insanlarımızı da sınıflıyor. A, B, C vs grup insanlar oluşturuyor. Sosyal Güvenlik şemsiyesi altındasınız ve SGK’ nın anlaşmalı olduğu özel sağlık kuruluşlarına başvuruyorsunuz ancak paranız varsa A sınıfısınız. Paranız azsa ya da yoksa D, E sınıfındasınız. Sağlıkta dönüşüm diye başlayan çalışmalara, sağlık Ticaretleştiriliyor, sağlık özelleştiriliyor, sosyal devlet anlayışından uzaklaşılıyor diyerek karşı çıkılıyordu. En son olarak özel hastanelerin sınıflanması çalışmaları da bu karşı çıkışların her zaman olduğu gibi yine doğru olduğunu gösterdi.”
Sağlıkta kalitenin arttırılmasının şartının fark ücreti alınması esasına dayandırılmamasını dilediğini vurgulayan Dr. Gülhan, sınıflandırma anlayışının yol açacağı felsefi yetersizliğe ve olası uygulama hatalarına şöyle dikkat çekiyor:
“Maalesef sağlık iyice ticaretin içine çekiliyor ve haksız rekabetin alabildiğine yaygınlaştığı bir alan haline geliyor. Hastanelerin bu çalışmayla sınıflandırılması her hastaneye bildirilecek ve sınıfları hastanelerde ilan edilecek. Bu durumda A, B grubundaki hastaneler bunu kendi reklamı için her tarafta kullanacak ve haksız rekabet ortamı yaratılacaktır. Yanlış yönlendirmelere neden olacaktır. Oysa A grubu ya da D grubu hastanede örneğin apandisit ameliyatı farklı mı olacaktır? Farklı tedavi sistemleri mi uygulanacaktır? Hepimiz biliyoruz ki hastalıkların teşhis ve tedavilerinde uygulanan yöntemler bellidir. Hastaneden hastaneye değişmez. Teknolojik imkanları, uzmanlık alanı sayısı, otelcilik hizmeti vb. değişebilir. Oysa vatandaşlar bu sınıflama ile üst sınıflardaki hastanelerde daha iyi tedavi olacakları kanaatine sahip olacaklardır. Eğer böyle düşünülüyorsa, hukuksal olarak sorun var demektir. D sınıfında tedavi olan ve tıbbi hata gelişen bir durumda hasta ve yakınları, A grubu hastanede tedavi olsaydım bu olmayacaktı diyerek, Sağlık Bakanlığı’nı yeterli olmayan hastaneye ruhsat verdiği için ve hastaneyi mahkemeye verebilir mi? Madem bazı eksikleri, yetersizlikleri vardı ki D grubuna soktun, niye ruhsatlandırdın, insanların hayatını tehlikeye soktun diyebilir mi?”
Hastanelerin sınıflandırılmasını ele alan yönerge taslağı/taslakları üzerindeki tartışmalar, mevzuatın resmiyete dökülmesiyle de sonuçlanacak gibi görünmüyor. Halen yürürlükte olan bir çok yasa, tebliğ, yönetmelik ve yönerge gibi… Sınıflandırma konusuna eleştirel yaklaşan bir sivil toplum kuruluşu temsilcisine kulak vererek, önümüzdeki sayılarda yeniden tartışmak üzere bu sayımızdaki dosya çalışmamızı sonuçlandıralım. “Genel gidişata bakıldığında, neredeyse özel hastaneler kapansa da olur diyen bir bakış açısının” yerleştiğini ileri süren SYD Başkanı Yrd. Doç. Dr. Onur Yarar’ın görüşleri şöyle:
“Şunu kabul etmek ve takdir etmek gerekiyor ki son dönemlerde kamu hastaneleri ciddi iyileşmeler kat etti. Bunu sağlamak bir nedenle kolaydı, çünkü durumları hakikaten kötüydü, negatif bir çizgideydi. O çizgiyi pozitife çekmek nispeten daha kolaydı. Asıl zor olan ise bu hastaneleri belli bir kalite standardına çıkartmaktır. Sadece kamu hastanelerini değil, özel hastanelerin de bulunduğu kalite çıtasını daha da yukarıya çıkartmak Sağlık Bakanlığı’nın hedefi olmalı. Ama görülen şu ki, yapılan uygulamalarla hastanenin bırakın kalite çıtasını yukarıya çıkartmak, adeta daha ucuza iş yapın, kaliteyi bırakın, çıtayı düşürün baskısı oluşmaktadır. Şimdi tüm bu gidişata bakıldığında, neredeyse özel hastaneler kapansa da olur diyen bir bakış açısının, biz özel hastaneleri kalite yönünden sınıflandıracağız demesi çok enteresan bir durum. Bir kere hastane hastanedir, kamusu özeli olmaz. Çıkan yönetmeliklerin ‘özel hastane, kamu hastanesi’ diye ayrı ayrı çıkması yanlıştır. Madem kamu hastane standartları özel hastaneleri geçti, bırakınız çıkarttığınız yönetmelikler tüm hastaneleri kapsasın. Amacımız ülkenin sağlık standartlarının yükselmesi midir, yoksa başka bir şey mi vardır? Sağlık Bakanlığı, SGK’yı da yönlendirmek, yönetmek istiyor, ödeme kuruluşu ile hizmeti denetleyen kuruluş birbirine karışıyor. Zaten hizmeti denetleyen kurum ile hizmet sunan kurum modeli kamu hastaneleri ile rol çelişkisine girmiş durumdadır. Sağlık Bakanlığı ‘puanı ben vereceğim, SGK’da benim verdiğim puan üzerinden ödeme sistemini düzenleyecek’ tavrı içindedir. İsterseniz SGK’yı direkt Sağlık Bakanlığı’na bağlayalım, yıllardır süren bu çekişme de bitsin. Ardından da özel hastaneleri kamulaştıralım, özel hastanelerin de hastaların da çilesi sona ersin. Tüm sevapların da tüm günahların da adresi belli olsun.”

Saynur ÇETİNER
Hastane Dergisi

Bu haber toplam 4611 defa okunmuştur
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Diğer Haberler
EDİTÖRÜN SEÇTİKLERİ
Tüm Hakları Saklıdır © 2006 Sağlık Aktüel | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.
Tel : (0216) 606 17 18 - (0224) 334 1 335 | Faks : (0216) 606 17 19 | Haber Yazılımı: CM Bilişim