Hastalıkları nedeniyle yatarak tedavi görmek zorunda kalan okul öncesi ve ilköğretim çağındaki çocuklar, ''hastane okulları''nda eğitimlerine devam edebiliyor.
Türkiye'de birçoğu onkoloji dalında olmak üzere toplam 48 hastanede, ''hastane okulu'' hizmet veriyor. Adana, Ankara, Antalya, Aydın, Balıkesir, Bursa, Denizli, Diyarbakır, Edirne, Erzincan, Erzurum, Eskişehir, Isparta, İstanbul, İzmir, Kayseri, Kocaeli, Konya, Malatya, Samsun ve Trabzon'daki hastane okullarından yılda yaklaşık 5 bin çocuk yararlanıyor.
Hastane okullarında eğitim sistemi normal okullardan farklı işliyor. Bazı çocuklara yatak başında, ayağa kalkabilecek durumdakilere de ''sınıfta eğitim'' veriliyor.
Sınıfa giriş çıkış saatleri, ''teneffüs'' saatleri çocukların günlük tedavi işlemlerine göre şekilleniyor. Tedavileri sürdüğü için pijamalarıyla, eşofmanlarıyla sınıfa gelen ve ''damar yolu'' açılmış elleriyle kalem tutmaya çalışan çocuklar için eğitim sırasında ''kan vermek, tansiyon ölçtürmek, iğne olmak'' gayet olağan. Bazı çocuklar ''iğne olmak'' veya ''tansiyon ölçtürmek'' için sınıftan istemeyerek ayrılırken, işlemleri bittiğinde sevinçle koşarak sınıfa dönüyor.
Hasta çocukların en çok mutluluk duydukları anların başında resmi bayram kutlamaları ile yaptıkları resimlerden veya el işlerinden oluşan sergilerin açılış törenleri geliyor. Özellikle 23 Nisan'larda ellerinde bayraklarla hastanede ''törenlere'' katılan çocuklar için öğretmenleri ''özel'' etkinlikler düzenlemeye gayret ediyor.
ANKARA'DAKİ OKULLAR
Ankara, en fazla hastane okulu bulunan illerin başında geliyor. Ankara'da Hacettepe Üniversitesi Çocuk Hastanesi, SSK Ankara Çocuk Hastalıkları Hastanesi, Dr. Sami Ulus Çocuk Hastanesi, GATA Çocuk Onkolojisi, Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi, Ankara Onkoloji Hastanesi, Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi ve Ankara Çocuk Hastanesinde hastane okulları hizmet veriyor.
Ankara Milli Eğitim Müdürü Kamil Aydoğan, hastane okullarında, hastanelerde yatarak tedavi olması gereken çocuklara ''normal hayattan kopmamalarını ve kendilerini iyi hissetmelerini'' sağlamak amacıyla eğitim programı uygulandığını belirterek, ''Çocuklarımızı tedavi oldukları sürece hastanede de eğitimden mahrum bırakmıyoruz'' diye konuştu. Bu programın normal okullardaki kadar yoğun olmadığını, çocuklarının hastalığının da göz önünde bulundurulduğunu vurgulayan Aydoğan, çocukların tedavi oldukları süre içinde derslerden ve okuldan uzaklaşmamalarının hedeflendiğini belirtti.
Hastane okullarının ilköğretim ve okul öncesi eğitim çağındaki çocuklara yönelik olduğunu kaydeden Aydoğan, sözlerini şöyle sürdürdü:
''Hastane okullarındaki ortamı bir okul ortamı gibi düşünmemek lazım. Buralarda hem çocukların topluca eğitim görebilecekleri sınıf ortamı oluşturuluyor hem de eğer yatağında yatıyorsa öğretmen yatağın başında çocukla ilgileniyor. Ama bu kesinlikle çok ağır bir örgün öğretim programı değil. Yatan bir çocuğa öğretmenin yaptığı moral motivasyon programı olarak da düşünebiliriz. Sabahtan akşama kadar değil, birkaç saatlik bir program uygulanıyor. Daha iyi durumdaki çocuklar da sınıf ortamlarında eğitimlerine devam edebiliyor.''
Çocukların hastalıklarının bazen birkaç gün bazen de aylarca sürebildiğine işaret eden Aydoğan, ''Burada önemli olan şey çocuğun 'Ben artık hastaneye düştüm, hastalıkla boğuşuyorum. Okul bitti, ders bitti...' diye düşünmemesi. Hayat devam ediyor. Hastalığı yenme şansı her zaman var. Öğretmenin yaptığı, çocuğu hayata bağlı tutmak. Bu, aslında tedaviye bir katkı yöntemi'' diye konuştu.
Aydoğan, hastane okullarının, hastanelerden talep gelmesi halinde herhangi bir koşul getirilmeden açıldığını belirtti.
ÖĞRETMENLERİN GÖZÜNDEN HASTANE OKULU
Türkiye'nin ilk hastane okulu Hacettepe Üniversitesi Çocuk Hastanesi İlköğretim Okulundan sonra kurulan ikinci okul olan ve genellikle böbrek hastası çocukların tedavi gördüğü Ankara Dışkapı Çocuk Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi'nin İlköğretim Okulu 14 yıldır hizmet sunuyor.
Okul açıldığından bu yana öğretmenlik yapan Aynur Tek, yıllardır görev yaptığı okulda yaşadıklarını zaman zaman gözleri dolarak anlattı. ''Okula'' gelen çocukların tek tek fotoğraflarını çeken ve bunları arşiv haline getiren Aynur öğretmen için işinin en zor yanı ''kaybettiği'' öğrenciler. Aynur Tek, ''Burada ölümün ne demek olduğunu yaşıyorsunuz. Bir çocuğun ne kadar ömrü kaldığını bile bile işinizi yapmaya çalışmak o kadar zor geliyor ki. O çocuğa böyle bir durumda 'Haydi fen bilgisi çalışalım' diyemezsiniz. O ne yapmak isterse onu yapıyoruz. O ruh hali içinde bazen bir çocuk hiçbir şey yapmak istemiyor. Ne yapmak istiyorsa ona izin veriyoruz, ne istiyorsa onu yapıyoruz. Bizim için öncelik onun sağlığı'' diye konuştu.
''TÜRKİYE'DE ÇOK YENİ''
Aynı hastane okulunda 3 yıldır görev yapan öğretmen İzzet Yaylacı da benzer zorlukları dile getirdi. Hastane okullarına ilişkin bilgi veren Yaylacı, Avrupa'da bu okulların 1890'lardan itibaren açılmaya başlamasına karşın Türkiye'de ilk hastane okulunun 1994 yılında Milli Eğitim, Sağlık ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik bakanlıklarının imzaladığı ortak protokolle kurulduğunu anlattı.
Hastane okullarının ''çocukların içinde bulundukları sosyal çevreden ve okullarından ayrılma korkusunu ortadan kaldırmayı'' amaçladığını anlatan Yaylacı, ''Hastaneye gelen çocuk, okula gitmediği zaman derslerinden bir anlamda kopmuş oluyor. Tedavisi tamamlandığında okuluna döndüğü zaman bir kopukluk yaşıyor. Çocuğun bunu yaşamaması için burada kaldığı süre içinde eğitimlerine devam ediyoruz'' dedi.
''BURADA ÇOCUĞA KIZAMAZSINIZ''
Hastane okullarında eğitimin öğrencilerin ''sağlık ve psikolojik durumlarına'' göre değiştiğine işaret eden Yaylacı, önceliğin çocuğun sağlığı ve tedavisi olduğunu vurguladı. Çocuklar, değişik yaş gruplarında oldukları için hastane okullarında bir anlamda ''birleştirilmiş sınıf'' uygulaması yapıldığını anlatan Yaylacı, sözlerini şöyle sürdürdü:
''Normalde okullarda bir ders saati 40 dakika, 10 dakika teneffüs yapılır. Ama burada çocuğu 40 dakika tutamazsınız. Birşey yapıyorsunuz 10 dakika geçmiş, çocuğun kan alma, tansiyon ölçtürme veya kontrol saati gelmiştir. Burada çocuğu tutabildiğiniz, yakalayabildiğiniz yerde eğitim verirsiniz. Düzenli bir program biraz zor tabii. Kendine özgü bir yapı var. Normal okuldaki çocuğa kızabilirsiniz ama burada yapamazsınız. Rehabilite etme açısından sürekli çocukla iyi iletişim kurmalısınız ki buraya gelmeyi kabullenebilsin. Çünkü yatan çocuk hasta bir çocuktur ve okula gelme gibi bir zorunluğu yoktur. Diğer okullardan farklı olarak daha hassas olmak gerekiyor.
Buranın, yatan çocuğun hayatında ayrı bir yeri var. Çocuk hastanede 2 kişilik, 4 kişilik odalarda yatıyor. Enerjilerini harcayabilecekleri yer yok hastanede. O enerjiyi bir şekilde aktiviteye dönüştürecek bir ortam olarak da burası çok önemli. Burada belki beden eğitimi yapamıyoruz ama çocukların hoşlanabileceği el işi çalışmaları, resim, müzik gibi etkinlikler var. Burası çocuk için hastanede zaman geçirebileceği tek alternatif.'' Öğrencilerin tedavi sürelerinin farklı olduğunu anlatan Yaylacı, ''12 ayın 8 ayını hastanede geçiren öğrencilerimiz de var. Daha kısa süreli, 2 gün, bir hafta yatıp gidenler de var'' diye konuştu. Yaylacı, tedavi süreleri içinde hastaneden bir süreliğine ayrılan ve yeniden dönen birçok öğrencinin yaptığı resim veya el işi çalışmalarının tamamlanmasının bazen aylarca sürebildiğini anlattı.
Resmi bayramlarda hastane yönetimiyle ortak organizasyonlar yaptıklarını ifade eden Yaylacı, özellikle ''Okulumuzda en şenlikli geçen günler resmi bayramlardır. Dışardaki okullardan destek alarak kutlamalar yaparız. Hayır kurumlarından hediyeler gelir, folklor gösterileri yapılır'' dedi.